Her seçim dönemi, toplum olarak kendimizi bir labirentin içinde buluruz; bu labirentin içinde ise en sıkı sıkıya bağlı olduğumuz kavramlardan biri, seçim yapma özgürlüğüdür. Oylarımızla belirlediğimiz kişiler, toplumun çeşitli kesimlerinden gelen vaatlerin ve söylemlerin temsilcisi olarak önümüze çıkar. Ancak, seçimlerin ardından yaşanan süreç, çoğu zaman mazbata sahibi kişilerin kendilerini adeta bir ilah gibi görmelerine yol açacak şekilde gelişiyor.
Seçimlerden hemen sonra, seçilenler üzerinde oluşan bu mistik ve genellikle abartılı hayranlık, hem toplumsal hem de bireysel düzeyde ciddi sonuçlar doğurabiliyor. Seçmenler, oy verdikleri kişileri yere göğe sığdıramaz hale gelirken, adeta bir kült yaratma çabasına giriyorlar. Sosyal medyada en basitinden bir asfalt yamalama paylaşımının altına bile “harikasın. mükemmelsin, sen tanrının bir lütfusun” gibi yorumlar, seçilmişin etrafındaki dalkavuk kitlenin de cilalamasıyla bir “putlaştırma” ve “ululaştırma” harekatına dönüşüyor. Bunun sonucu olarak seçilmişlerde ego patlamasına ve kişiliklerinde derin bozulmalara yol açabiliyor.
Seçilmiş kişi, çevresindeki bu aşırı hayranlık ve övgüler sayesinde kendini sürekli olarak büyük bir varlık olarak görmeye başlıyor. El pençe divan durma, elleri sıkanlar arasında birbirinin önüne geçme yarışı, bu kişilerin kendilerini merkezde görmelerine ve kendi görüş ve isteklerinin kutsal bir emir olduğuna inanmalarına neden oluyor.
Artık toplumsal değerlerden, gerçeklikten ve eleştiriden uzaklaşmış bir birey haline gelen seçilmişler ve kendi etrafında oluşturduğu ‘kutsallık’ havası, onları her türlü sorumluluktan muaf kılma, her eleştiriyi ise bir tür ihanet olarak algılama gibi düşünsel bozukluklara sürüklüyor. Bu durum, sadece seçilmiş kişinin kişisel gelişimini değil, aynı zamanda toplumun genel işleyişini de olumsuz etkiliyor; hizmetler aksıyor, talepler önemsenmiyor, eleştirenlere “hain, terörist, karşı partili” damgaları vurularak aslında ortada bir eksiklik olmadığı, eleştiriyi yapan insanların böyle bir algı yarattığı düşüncesini pompalıyorlar.
Peki çare ne?
Çara eleştiri yapmaktan vazgeçmemek. Aman parti zarar görür, aman karşı parti güç kazanır kaygısı gütmeden, eleştirinin de bir ihanet değil; temel bir hak olduğunu unutmadan, hizmet için seçtiğimiz kişilerin yanlışlarını ve eksikliklerini eleştirmek… Asilin ve vekilin kim olduğunu onlara sürekli hatırlatmak.Bizim onlara değil, onların bize muhtaç olduğunun bilincinde olarak; hem onların gerçeklikten kopmalarını engellemek, hem de bir faniden bir ilaha giden yolda önlerini kesmek. Bizi “ben yaptım oldu” zorbalığından da, lağım çukuruna dönmüş yerleşim yerlerinden de, köstebek yuvası yollardan da kurtaracak olan budur.