97.Oscar Ödülleri’nde “Anora“ ödülleri topladı. Genç yönetmen Sean Baker toplumun ötekileştirdiği seks işçileri, trans bireyler, kaybedenler üzerine sansürsüz bir hikayeyi beyaz perdeye ustalıkla aktarmış.
Yılmaz Erdoğan’ın “İnci Taneleri” dizisi ile müzikhol denen pavyonlar da moda oldu. Pavyon deyince Müslüm Gürses’lerin, Kibariye’lerin, Yıldız Tilbe’lerin çıktığı bir kültürden bahsediyoruz. Bu mekanlarda en önemli işlerden biri de otoriteyi sağlamak. Alkol şişede durduğu gibi durmuyor.
Fare alkolü çekmiş “Getirin o kediyi buraya”demiş, o hesap. Pavyonda sahne alan eğlendirici ekip var. Hizmet eden garsonlar ,güvenlikçiler var. Bir de konsomatris kadınlar. Müşterilerin masalarına oturarak onlarla konuşan bu kadınlar “vol” ismi verilen içkileri açtırdıkça yövmiyelerini alıyorlar. İsterlerse iş sabaha karşı bitince müşteri ile çıkabiliyorlar.
Meslek gereği sürekli olarak içmek, kusmak, düzensiz uyku, genelde fast food beslenme, bol kahve ve sigara, enerji içeceği, uyuşturucu olmazsa olmazlardan. Yaralanmalar, aşağılanmalar, kendini kesmeler, intihar teşebbüsleri, sürekli kürtaj işin bonuslarından.
Size Nevbahar’ın öyküsünü bir kez daha anlatmak istiyorum. Ya da ben değil kendisi anlatsın daha iyi..
“Ben Nevbahar Şoray. Biliyorum beni alkışlamayacağınızı. Her akşam son bir kadeh şarap içip eve gider ve Alzheimer hastası anneme ilaçlarını verip, uyuması için ona yarım saat kadar ud taksimi yaparım. Annem, ben ud çalmadan uyuyamıyor ve anneme ud çalarken ikimizin de gözünde yaşlar birikiyor…
Adım nüfustaki adım olmakla birlikte, soyadım ilk çalıştığım pavyon sahibi tarafından “Şoray” olarak uygun görüldü. Pavyonlarda yalnızca ud çalıp şarkı söylemiyorum, müşterilerle içki içmek, sohbet etmek gibi görevlerim de var ve müşteriler tek başlarınayken ödeyecekleri hesapların birkaç kat fazlasını ödemeyi kabul etmiş oluyorlar. Türkan Şoray nasıl filmlerinde sevişmiyorsa ben de müşterilerle sevişmiyorum ve bu yüzden soyadım Şoray oldu.
Ud çalmayı annemden öğrendim. Onlarca güftesi ve bestesi bana ait şarkım var. Şansım yaver gitse, TRT repertuarına girebilecek, nice üstatlar tarafından takdir edilebilecek, sanat müziğinden hoşlanan nicesinin diline dolanabilecek şarkılar bunlar. Olmadı işte..
Şimdi size Sadettin Kaynak`a ait bir eser icra edeyim..
Canan gelmezse eğer, cana hicran düşermiş
Ne gül manidar olur, ne de bülbül ötermiş
Ömrün gençlik çağları kasvet ile geçermiş
Ateş-i aşk derlermiş aşığın gözyaşına…
İnandınız değil mi bu şarkının Sadettin Kaynak`a ait olduğuna? Benim ilk bestemdir oysa. On yedi yaşında yazıp bestelemiştim. İlk kez bir topluluk önünde seslendirmemse, ilk çalıştığım pavyonda oldu. “Şimdi, siz değerli müşterilerimize, Itri Efendi`den bir şarkı icra edeceğim” demiştim ve şarkıyı söylerken müşterilerden şöyle yorumlar gelmişti:
“Itri Babaaa, mahvettin beni babaaa!”
“Ulan fahişe, böyle kıymetli bir eser pavyonda söylenir mi ? Itri Efendi mezarında ters dönmüştür şimdi!”
“İçine ettin güzelim şarkının asıl Zeki Müren`den dinlemeli bunu”
Yedi kez işyeri değiştirdim, hepsi de pavyondu. Sıkıcı, uyduruk, sömürülerle dolu işlerde çalışan sizler ne kadar ahlâklıysanız, benim ahlâkım da sizinkinden aşağı kalır değil! Bankacılıktan, reklamcılıktan, borsadan kazanılan bir para helâl paraysa, benimki de öyle! Tüccarlık, muhasebecilik, turizmcilik ne kadar meşruysa, benim işim de o kadar meşru.
Başarısızlıklarla dolu bir okul geçmişim olmakla birlikte, açık öğretim kamu yönetimi bölümü mezunuyum. İlkokuldaki hayat bilgisinden tut da, üniversitedeki anayasa hukukuna kadar bütün derslerin yalanlı, fesat, üçkâğıtçı olduğuna inanıyorum. Erkeklerin yazdığı tarih dersi kitaplarından nefret ediyorum mesela o kahramanlıkların, o kutsanmışlıkların, o destanlaştırılmış savaşların benim ruhumu nasıl daralttığını anlatamam size.
Ne öğrendim biliyor musunuz? Bu dünyanın çözülebilecek bir sırrı yok herkes kendi sırrını çözmeli. Ben kendi sırrımı çözdüm .Kızımın annesi , kedilerin insanı ve dostuyum, mülteci çocukların arkadaşı ve kimsesizler mezarlığındaki cümle ölülerin akrabasıyım.
“Pavyona düştüğüne, hayatının kaydığına bakmıyor da, abuk subuk şeyler anlatıyor!” diyenleriniz olacak.
Dibe vurmuşken, tutunamamışken, bu ellerde gurbetlik çekerken size bir sır daha vereyim.
Annem bana Nevbahar diye değil, Naira diye seslenirdi adımı unutmazdan önce. Özgürlük demek Naira ve ben ermeni olduğumu söyleyemem kimselere…”
Prof. Dr. Erkan Sevinç