İzmir’in Çiğli ilçesinde doğdum. Çiğli, haritada Karşıyaka gibi İzmir’in gözbebeği bir ilçeye komşu görünse de, bizim çevremiz bambaşkaydı. Dili sınırlı, diksiyonu bozuk, şehirde yaşıyor gibi görünse de köy koşullarında yaşamaya devam eden insanlarla doluydu.
Modern hayatı ilk kez mahallemize gelen öğretmenlerle tanıdık. Onlar düzgün konuşan, kitap okuyan, çevremizdekilerden farklı insanlardı. Onları izledik. Onlara benzemeye çalıştık.
Ama asıl farkı, mahalle dışındaki bir okula adım attığımızda gördük. İçine doğduğumuz dünyanın sunduğu imkanlarla, başka bir dünyada doğan çocukların sahip oldukları arasındaki uçurum o zaman görünür oldu. Eğitimde, dilde, görgüde, hayal gücünde… Bizimle onların arası, sadece bir semt mesafesi değil, bir hayat mesafesiydi.
Mahallemizde birçok çocuk, kendi potansiyelini hiç keşfedemeden büyüdü. Çünkü onlara sunulan tek hizmet, asfalt dökümü ve çöp toplamaydı. Eğitim? Spor? Kültür? Sanat? Bunlar bizim değil, komşu ilçelerin çocuklarının hakkı gibiydi.
Bir kütüphane için mahalle sınırını geçmek gerekirdi. Tiyatro izlemek, spor salonuna gitmek için başka bir ilçeye gitmek… Belediyecilik bizim mahalleye yalnızca bir tabela asar, sonra geçip giderdi.
Zamanla içimizden bazıları okudu, meslek sahibi oldu, ekonomik olarak kendini kurtardı. Ama sonra, birer birer mahalleyi terk ettiler. Daha ulaşım imkanı kolay, yerel hizmetlerden olağanca faydalanan, daha güvenli, daha ferah alanlara taşındılar. Elbette bu insani bir refleks; kim ailesi için daha iyisini istemez ki?
Ama onlar gittikten sonra mahallede bir şey eksildi: rol model.
Çocuklar, başarıya ulaşmış birini görmediklerinde, neye ulaşabileceklerini hayal edemezler. Bu yüzden ben, Adana’nın çok sayıda edebiyatçı ve sinemacı çıkarmasında “rol model etkisinin” büyük rolü olduğuna inanırım.
Bir şehirdeki başarılı insanlar, sadece kendi yolculuklarını değil, çevresindeki insanların hayallerini de şekillendirir. Her büyük başarı, başka bir potansiyelin önünü açar. Bizim mahallelerimizde de bu rol modeller yetişebilirdi. Eğer çocuklara vizyon sunulsa, fırsatlar tanınsa… Belki de dünyaca tanınan başarı hikayeleri, kendi sokaklarımızdan çıkardı.
Çünkü varoşluk sadece mekânsal bir yoksunluk değil; zamanla kültürel bir çoraklığa da dönüşür. Gidenler kendini kurtarır, kalanlar ise bir kaderi devralır.
Bu yüzden şimdi soruyorum:
Eğer çocuklarımız hâlâ aynı döngüyü yaşamaya devam ediyorsa…
Gençlerimizin ufkuna açılan pencereler hâlâ betonla örtülüyorsa…
Eğer biz kültüre, sanata, spora komşu ilçelerden “misafir” gibi faydalanıyorsak…
Ve biz bu döngüyü kırması gerekenlerden hesap sormak istiyorsak — bu suç mudur?
Belediyecilik yalnızca asfalt ve çöp değil, eğitim, kültür, sanat ve yaşam kalitesini de mahalleye taşımalı. Bu sokaklar insanların kaçmak istediği değil, yaşamak istediği yerlere dönüşmeli.
O zaman mahalle değişir. O zaman kader de değişir.
Cevdet Laçinkaya