Bazı insanlar, haritada bir nokta gibi görünen kasabalara bir ömür sığdırır. Öyle sessiz yaşarlar ki; bir gün onların hikâyesine tanık olduğunuzda anlarsınız, sessizlikleri aslında ne çok şey anlatıyormuş. Rıza işte o adamlardan biri.
Onu ilk kez 2018 yılında, İstanbul’da tanıdım. Maraş’ın Pazarcık ilçesinden, Narlı’dan kalkıp gelmişti. Yurt dışından gelen bir akrabasının tedavisi için günlerce İstanbul’da kaldı. İşini gücünü bırakmıştı ama yüzünde ne yorgunluk, ne şikâyet… Sanki insan olmak onun için sadece günlük bir alışkanlıktı. Öyle doğal, öyle içten.
Geçtiğimiz günlerde ben misafir oldum ona, bu kez Narlı’da. Sabahın erken saatlerinde uyanıp traktör sesleriyle karışık horoz ötüşlerinin arasında hazırlanan kahvaltıda, o eski Anadolu insanını gördüm. Sadece sofrada değil, tüm hayatında. O eski insanlar ki, bir söz verdiler mi tutar, biri hastaysa yanında olur, biri çaresizse “hadi kalk” dercesine omzuna dokunurlar. Rıza, işte onlardan biri. Hem de en hasından.
Narlı’da uzun yıllardır çiftçilik yapıyor. Tarlanın toprağını tanır, rüzgârın yönünü okur, yağmurun ne zaman geleceğini yüzüne düşen havadan bilir. Ama asıl becerisi, insana dokunmakta. Pazarcık’tan Avrupa’ya göçlerin yoğunlaştığı yıllarda, nice insanın elinden tutmuş. Sadece maddi destek değildi onunkisi üstelik, yol yordam da göstermişti çoğuna.
Bugün hâlâ Narlı’da birinin başına bir şey gelse, ilk aranan odur. Kimin hastaneye işi düşse, kimin havaalanına gitmesi gerekse, şehir dışından biri gelse ya da yurtdışından bir akraba gelse… Hepsi önce Rıza’yı arar. Çünkü bilirler ki, Rıza hem yolu bilir hem gönlü. Maraş’ta nerede ne yenir? En iyi kebap nerede, en güzel tatlı nerede yapılır? Rıza’ya sorulur. Çünkü o sadece rehber değildir; yerel bir gurmedir aynı zamanda.
Antep-Narlı ya da Maraş-Narlı hattı… Bazılarının yılda bir gideceği yolu, Rıza günde iki-üç defa kateder. Ne “yoruldum” der, ne “of” çeker. Yolda geçen vakti, insanlara ulaşmanın, yüklerini hafifletmenin bir fırsatı sayar. Ve ne zaman bir düğün, bir cenaze, bir organizasyon çıksa; herkes “Rıza halleder” diye bakar. Çünkü gerçekten halleder.
Ama bir huyu var ki, onu tanıyan herkes bilir: Misafire elini cebe attırmaz. Bu yüzden onunla dışarı çıkmanın tek bedeli, boynuna borç bir minnettarlık hissidir. O da “sen misafirsin” der, geçer gider.
Rıza, bozulmamış bir Anadolu’nun yaşayan örneğidir. Gönül genişliği, yardımseverliği, mahcubiyeti, çalışkanlığı… Onda gördüğünüz her şey, aslında bu toprakların hafızasında vardı bir zamanlar. Ama şimdilerde az rastlanır oldu.
Bu yazı, sadece Rıza’yı anlatmak için değil; onun gibi kalbiyle yaşayan insanlara vefa borcunu ödemek için yazıldı. Çünkü bazen bir adam, bir beldenin bütün vicdanını sırtlar. Ve biz, bu adamlara geç kalmadan teşekkür etmeliyiz.
Teşekkürler Rıza… Varlığınla insanlığımızı hatırlattığın için.