Türkiye’nin siyasi hayatında Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) özel bir yeri vardır. Cumhuriyet’in kurucu kadrolarının partisi, ülkeye demokrasiyi getiren, anayasal kurumları inşa eden ve çok partili hayata geçişin öncüsü olan bir siyasi hareket olarak, tarihsel mirasının ağırlığını taşımaktadır. Ancak bu köklü mirasa rağmen, CHP’nin bugünkü konumu, seçmen nezdinde derin bir güven krizine işaret etmektedir.
Hükümetin, özellikle iktidarını tahkim etme amacıyla, CHP’yi iç meseleleriyle meşgul ederek “kendi içinde tüketmeye” dönük bir strateji izlediği görülmektedir. Fakat burada tek yönlü bir tablo yoktur. CHP’nin içindeki iradesini adeta “kiralayan” ve kendi siyasi geleceğini dışarıdan gelen yönlendirmelere göre şekillendiren aktörlerin varlığı da bu zafiyetin bir parçasıdır. Üstelik bu sadece bireysel bir çıkar arayışı değil, kurumsal anlamda da partinin kendi içinde demokrasiyi içselleştirememiş olmasıyla ilgilidir.
CHP’nin demokrasi söylemi, ülke genelinde hak, özgürlük ve hukuk adına yüksek sesle dillendirilse de, parti içi pratiklerde bunun karşılığı tam anlamıyla bulunmamaktadır. Genel başkanlık yarışlarının veya aday belirleme süreçlerinin çoğu zaman kapalı kapılar ardında, tabanın iradesinden ziyade dar kadroların tercihleriyle şekillenmesi, partinin kendi tabanında bile bir “ümitsizlik dalgası” yaratmaktadır. Bu durum, iktidarın tüm yönetim zaaflarına rağmen, CHP’nin halk desteğinde bir sıçrama yaratamamasının da başlıca sebeplerinden biridir.
Bugün Türkiye, ekonomik krizden adalet sistemine, dış politikadaki yalnızlıktan toplumsal kutuplaşmaya kadar derin sorunlar yaşarken, muhalefetin ana gövdesi olan CHP’nin bu denli atıl ve kendi içine dönük kalması, demokratik denge açısından büyük bir boşluk oluşturmaktadır. İktidarın başarısızlıkları karşısında muhalefetin doğal olarak güçlenmesi beklenirken, CHP’nin yerinde sayması, toplumda “bir alternatif çıkmazı” algısını pekiştirmektedir.
CHP’nin tarihsel mirası, onu farklı kılabilecek en güçlü sermayesi olmasına rağmen, bugünün gerçekliği, bu mirasın üzerinde yükselen bir parti değil, onu yalnızca retorikte tüketen bir yapıyı göstermektedir. Halkın gözünde CHP’nin bir umut akımı yaratamaması, sadece hükümetin oyunlarıyla açıklanamaz; aynı zamanda partinin kendi içine sindiremediği demokratik eksikliklerle de doğrudan bağlantılıdır.
Sonuç olarak; CHP, Türkiye’nin en eski partisi ve demokrasiye geçişin taşıyıcısı olmasına rağmen, bugün kendi içinde demokrasi üretme konusunda başarısızdır. Bu başarısızlık, hem iktidarın CHP üzerindeki manipülasyon stratejilerini kolaylaştırmakta hem de halkın gözünde “CHP’den bir şey olmaz” algısını beslemektedir. İktidarın tüm yanlışlarına rağmen CHP’nin halk desteğini kalıcı şekilde artıramamasının temel nedeni, dışarıdan gelen baskılar kadar, içerideki gönüllü teslimiyetlerdir. Gerçek bir dönüşüm için CHP’nin önce kendi içinde demokrasiyi yeniden keşfetmesi, sonra da bu ruhu toplumla paylaşması zorunludur.

























