Azerbaycan’da, çocuklarının iyi eğitim almasını isteyen ailelerin yıllardır bildiği bir gerçek vardır: En iyi bakıcı, bir Rus babuşkadır.
Babuşka… Rusça’da “nine” demek. Ama bu kelimenin içinde yalnızca yaş değil; tecrübe, disiplin, şefkat ve hayat bilgeliği vardır. Rus babuşkalar, çocuk yetiştirmenin inceliklerini bilir; sabırla sevgiyi, disiplinle ilgiyi harmanlar.
Eşim bu konuda şanslıydı. Çünkü onun zaten kendi babuşkası vardı. Granislava sadece ona bakmamış, karakterinin temel taşlarını da örmüştü. Disiplinin yanında şefkati, çalışkanlığın yanında alçakgönüllülüğü, sabrın yanında direnci ondan öğrenmişti. Eşimde gördüğüm o sakin ama kararlı duruşun, zor zamanlarda bile gülümseyebilmesinin kaynağı, çocukluğunu şekillendiren bu güçlü kadındı.
Granislava, Kostromalı bir Rus. Gençliği Volga kıyısındaki bu sakin şehirde geçti. Çalışkan, onurlu ve kimseye yük olmadan yaşayan genç bir kadındı. Bir gün, kız kardeşi Bakü’de askerlik yapan bir Rus ile evlendi. İlk zamanlarda her şey yolunda görünse de evlilik kısa sürede sarsıldı, kız kardeşi memleketine geri döndü.
Aradan zaman geçti, pişman olan eşi defalarca telefonla aradı, barışmak istedi. Kız kardeşin de gönlü vardı dönmeye, fakat tek başına Bakü’ye gitmekten çekiniyordu. Bu yüzden Granislava’dan kendisine eşlik etmesini istedi: “Hem sen de Bakü’yü görür, birlikte yaşarız” dedi. Granislava kabul etti.
Böylece Ulyanovsk’un dingin sokaklarından çıkıp Bakü’nün kalabalık caddelerine uzanan yolculuk başladı. Başlarda iki kız kardeş ve enişte aynı evde yaşadılar. Fakat bir süre sonra enişte, eşini koluna takarak Ukrayna’nın Nikolayev şehrine taşındı. Kimse “Granislava ne olacak?” diye düşünmedi. Kardeşi yalnız kalmasın diye çıktığı yolda, bu kez yabancısı olduğu bir şehirde tek başına kalmıştı. Daha sonra Bakü’de kendisi gibi Rus olan Yevgeni ile tanıştı.
Aralarında doğan sevgi, kısa sürede evlilikle taçlandı. Önce oğulları Kosta, daha sonra kızları İrina dünyaya geldiğinde hayat onlara umut vaat ediyordu. Fakat mutluluk, bazen ansızın yarım kalır…Kizları İrina henüz dört yaşındayken, Yevgeni geçirdiği bir kazada hayatını kaybetti. Granislava, genç yaşında dul kalmıştı.
Hayat, ona bir kez daha eşlik edecek birini tanıştırdı: Ermeni kökenli Viktor… Sessiz, ağırbaşlı bir adamdı Viktor. Birlikte Roman adını verdikleri bir oğulları oldu. Ancak 1988’de patlak veren Karabağ çatışmaları, bu ailenin üzerine kara bir gölge gibi çöktü. Sokaklarda öfke, evlerde korku hâkimdi. Yüzü “Ermeni’ye benziyor” diye hakaret edilenler, marketlerden kovulanlar, ekmek almaları engellenenler… Viktor da bu baskıların ağırlığını her geçen gün daha fazla hissediyordu.
Çalıştığı işyerlerinin camları kırılıyor, patronu onu işten çıkarması için tehdit ediliyordu. Sonunda dayanamadı Viktor. Nikolayev’de yaşayan annesinin yanına gitme kararı aldı. Bir sabah, valizini sessizce topladı ve Bakü’den ayrıldı. Granislava, iki çocuğu ve kırık dökük hatıralarıyla bir süre daha direndi. Ancak gurbette bırakılmış bir eşin sessizliği, evin içindeki eksiklikten daha gürültülüydü. Bir süre sonra, o da Viktor’un yanına, Nikolayev’e gitti.
Ama Nikolayev, Viktor’a huzur vermedi. Orada ne çocukluk anıları vardı ne de dost yüzleri… Her gün Bakü’de bıraktıklarını, artık göremeyeceği sokakları, sesini duyduğu ama elini tutamadığı akrabalarını düşündü. Hasret, gurbetteki insanın iliklerine işleyen en ağır derttir. Yıllar süren bu sessiz özlem, onu yavaş yavaş tüketti. 1993 yılında, henüz hayatının ortasındayken, Viktor bu hasretin ve yaşadıklarının yüküne daha fazla dayanamayarak hayata veda etti.
Granislava, bir kez daha hayat arkadaşını toprağa verip, elinde çocuklarıyla kaldı. Roman askerden döndükten sonra annesinin yanına yerleşti. Anne ve oğul bu yeni şehirde yeniden kök salmaya çalıştılar. Ama Granislava’nın hayatı hiçbir zaman uzun süre aynı yerde kalmadı. Her gittiği yer, bir öncekinden biraz daha uzak, biraz daha sessizdi… Kostroma’dan Bakü’ye, Bakü’den Nikolayev’e uzanan hayatı, 2007 yılında kızı Jenya’nın düğününe gittiği Brest’te yeni bir yola evrildi. Kızı İrina’nın ısrarlarına dayanamayan Granislava, Brest’te yaşamaya başladı.
2006 yılında evlendiğimde, Granislava’nın Bakü’de anlattığı hikâye zihnime kazınmıştı. 2012’de eşimle birlikte, onun 20 yıldır görmediği babaannesini ve halasını görmek için Brest’e gittik. Granislava, bu ziyaret için günlerce hazırlık yapmış, Azerbaycan’dan hatırladığı lahana sarmasını özenle pişirmişti. Ben lahana sarmasını pek sevmezdim ama o gün, bu yemek sadece bir yemek değildi; yılların, şehirlerin, göçlerin arasından gelen bir hatıraydı. O yüzden ilk defa lahana sarmasını isteyerek yedim.
Eşim babaannesiyle kucaklaşırken, ben de bu güçlü kadına, hayatımı paylaştığım insanı yetiştirdiği için içtenlikle teşekkür ettim. Granislava’nın hikâyesi, kaderin savurduğu ama ayakta kalmayı bilen bir kadının hikâyesiydi.
Ve bugün, doğum gününde, şunu diliyorum: Nice yıllara Granislava. Dilerim bir gün yollarımız yeniden kesişir; bu kez göçlerden değil, sadece kavuşmalardan konuşuruz.

























