Herkese selamlar.
Bu coğrafyada her zaman her şey biraz karışıktır: aklımız, gelişimimiz, yolumuz, düşüncemiz…
Daldan dala atlamayı, her çiçekten bal almayı, her bilgiden bir parça kapmayı severiz.
Hangi işle uğraşırsak uğraşalım, “Kervan yolda düzülür” mantığıyla hareket ederiz.
Bir dalda uzmanlaşmak yerine, her şeyden azar azar almayı tercih ederiz.
Madem böyleyiz, yapacak bir şey yok.
Benim yazılarım da işte böyle ilerleyecek.
Cumhuriyetle birlikte okuryazarlık oranı yüksek seviyelere çıktı. Az ya da çok, bu topraklardan gurur duyulacak insanlar ve başarılar çıktı. İlerledik.
Ama okul kitapları dışında, çoğumuz pek bir şey okumadı.
Buna rağmen sosyal medyada alıntı yaparak aforizma kasmaya bayılıyoruz.
Aslında yazının konusu bu değil.
Toplumca pek anlayamadığımız bir düşünce dalının kenarlarında biraz gezinelim.
Bize anlatılmaya çalışılan ama çoğunlukla üstünkörü geçilen bir noktadan ilerleyeceğiz: felsefe.
Felsefe nedir?
Bir düşünce dalı mıdır?
İneklerde mantık var mıdır?
Bu soruları tek tek cevaplamadan önce, sadece bir şeyler karalayacağım.
Ama eğer bu sorular kafanızda yankılanırsa, soru-cevap şeklinde yeni sorular doğurursa…
O zaman siz de “felsefe nedir”i anlamaya başlamışsınız demektir.
Eğer zihnin, sorunun sorusunu sormaya başlıyorsa…
Eğer varoluşsal nedenler, “niçin” ve “nasıl” sorularıyla dönüp duruyorsa…
“Süt mü yoğurttan çıkar, yoğurt mu sütten?”
“Tavuk mu yumurtadan çıkar, yumurta mı tavuktan?” gibi sorular,
seni ölü taklidi yapmaya itiyorsa —
Bil ki gerçek soruların sorulma zamanı gelmiş, hatta geçiyordur.
—
Biraz aforizma kasalım, biraz da sorular soralım evrene ve kendimize.
Bakalım o iç dehlizlerden neler çıkacak?
—
– Kendine ait bir hayatın olmadığını fark ettiğin oldu mu, bir sabah?
Uyanıyorsun ama kendin değilsin…
Gördüğün rüya gerçekten sana mı ait?
İstediğin bir sabaha mı uyandın, yoksa sadece uyandığını mı sandın?
—
– Hayatında sürekli geçtiğin yollarda…
Zamanla yollar mı değişti, yolcu mu?
Yoksa yollar da aynı kaldı, yolcu da mı?
Aynı yolları defalarca geçsen de hiçbir şey aynı kalmadı.
Aynı kaldıysa da, o “aynı kalan” sen değildin—
sen olmayan bir sendin.
—
– Gerçekte güldüğün en son anı hatırlıyor musun?
O gülüşün içinde,
Kimsenin duymasını istemediğin bir çığlık mı vardı?
Yoksa herkese karşı taktığın bir maske miydi sadece?
—
– Bugün yaşadığım hayat benim mi?
Başkaları için,
“El âlem ne der?” dekoru mu bu?
Sana ait olmayan,
Ama seninmiş gibi kurduğun bir sahne mi?
Diye bu yazı böyle gider…
Amacım kimsenin kafasını kısa devre yaptırmak değil.
Yani ben ortaya bir şeyler koyarım, herkes almak istediğini alır.
Esas mesele de bu değil midir zaten?
Evreni, anladığımız kadar yer kaplarız;
Kapladığımız yer kadar evreni anlarız.
Ve gerçek değişim, insanın içindeki yabancıyla tanışmasıyla başlar.
Şu fani dünyada, hangi koşullar altında olursak olalım;
“Yapmak için yapmak” çizgisinin dışına çıkalım derim.
Bakmak için bakmayalım, yaşamak için yaşamayalım,
Gitmeyelim saman gibi rüzgâr nereye savurursa oraya.
Göz gibi — vücuttan ayrı bir biyolojisi olan bir organla — boşuna bakmayalım.
Beyin gibi bir bilgisayarı da boş boş bekletmeyelim derim.
Ve sizi şaşırtacak bir isimle, yine yazımın ve felsefenin ruhuna uygun bir şekilde,
bizlere güzel bir şiir bırakan bir ustayla vedamı yapayım:
Yönetmen, şair, senarist, yazar ve heykeltıraş…
Sizlerin “Kibar Feyzo”nun kayınbabası Hacı Hüso olarak tanıdığınız
rahmetli İhsan Yüce’nin şiiri
Ekmek, Şarap, Sen ve Ben
İhsan Yüce
> Ekmek şarap sen ve ben
bir de sabahın dördü
dışarda kar
odamız ılık
gözlerin ılık ılık damlarken boş kadehe
anlattın bana ağzı sarımsak kokan bir oğlanla yattığını
aşkı tattığını, karım dediğini ve aldattığını
kıskandım Gogen’i Tahitilim
terlemiş vücudunu silerken
cüzzam mikrobunu ve yaktığı kulübesini
saçların bağlamıştı ellerimi muz kokulum
güneşi doğurmuştu ölü cisim
martı çığlıklarıyla bir sahil kayalığında
nefesin vücudumu yakıyordu yer yer
sam yelim sahra-i kebirim
kahrettim her şeye o gün
babanın şarap çanağına, Gogen’e, kadere, sana, bana,
bir de gittiğin arabanın tekerine
ne diyordum arkadaş…
diyordum ki ben bu zıkkımı içmek için içerim
ama içerken düşünmem neden içiyorum diye
daha sonra yaparım hayatın felsefesini
The End.
Hayırlı işler, bol güneşler.
Ve unutmayalım: hâlâ soracak çok sorumuz var… ama bugünlük bu kadar.