Hayatın Derinliklerinden Bir Bakış
Akşam üzeri serinliği, bu coğrafyada hayatın küçük ama anlamlı bir anekdotudur. Baktığın yere göre değişir, tıpkı yaşam gibi. Güneş doğar, batar; tan yeri ağarır. O anlarda insan düşünmeden edemez: Yarın kim bu manzarayı yeniden görecek, kim göremeyecek? Bilinmez…
Yine akşam olacak yengüne çıkan canlar öğünsün.
Hayat, imgeler ve çağrışımlarla hafızamızda yer eder. Ressamların fırçaları bu farkları en güzel şekilde betimler. Louis Wain’in çizimleri gelir aklıma; şizofreni tanısı öncesi ve sonrası çizdiği kediler bambaşka dünyaların resmidir. Aslında hepimiz hayata farklı bakarız. Kimimiz uzaktaki çöpü bir fareye benzetir, kimimiz gökyüzünde atlar görür. Ben ise, silindirik ve içi yarı dolu bir içecek kutusunu hep bir kuyuya benzetirim.
Çocukluğumda memlekette kuyular kazma kürekle açılırdı. Su çıkmazsa, öylece bırakılır, üstü açık o karanlık delik, çevremizde sessizce varlığını sürdürürdü. Düşme tehlikesi hepimizi ürkütse de merakımıza yenik düşer, yaklaşıp içine bakardık. O sonsuz karanlıkta bir bilinmezin ürpertisini hissederdik.
Babamın mesleği sayesinde dalgıç motorlarla da tanıştım. Su çıkarma işi artık farklı tekniklerle yapılmaya başlamıştı. Babam, ayakkabılarını ve çoraplarını çıkarıp, basamak gibi oyulan kenar taşlarına basarak kuyunun içine inerdi. Onu izlerken kalbim sıkışır, bir daha göremeyeceğim korkusu sarardı içimi. Ama her çıkışında yaşadığımız o kavuşma sevinci, tarifsiz olurdu.
Zamanla kuyu, bende başka çağrışımlara da yol açtı. Hz. Yusuf’un kardeşleri tarafından atıldığı kuyu geldi aklıma. Oradan başlayan yolculuk Mısır’da bir hükümdarlıkla son bulmuştu. Hayatın iniş ve çıkışları da kuyular gibidir; karanlık başlangıçlar, bazen aydınlık sonlarla taçlanır.
Aslında insanın iç dünyası da bir kuyudur. Beyni, yüreği, ruhu… İçinde ne olduğunu kestirmek zordur. Zamanla, özellikle 3. sayfa haberlerinde sıkça gördüğümüz intihar vakaları dikkatimi çekmeye başladı. Bir dönem gazetelerin o bölümleri; aile içi dramlar, iflaslar, çıkmazlar ve intiharlarla doluydu. Manşetlerde pek yer bulmazlar ama insanın ruhunu sızlatan haberlerdi bunlar. Belki bir anlama çabası, belki de empati isteğiyle bu tür vakalara ilgim her zaman canlı kaldı.
Bazen resimlerine, sosyal medya hesaplarına bakar, “Neden?” diye sorarım. Hayatın tam ortasında, yaşam dolu gözlerle bakan insanların bile nasıl böylesine karanlığa sürüklendiğini anlamaya çalışırım. En çok aklımda kalanlardan biri Nursema Düzgün’dü. İlahiyat fakültesi öğrencisi, hafize adayı… İntihar notunda bile yaşamı ne kadar önemsediği belli; ama bir o kadar da kırgın ve küskündü.
İnsan dışındaki canlılar da zaman zaman kendi yaşamlarına son verir. Ama onlarınki içgüdüseldir. İnsan ise çoğu zaman çaresizlik, yalnızlık, geleceğe dair korkular ve umutsuzluk içinde karar verir. Ekonomik sıkıntılar, aşk acıları, aile içi sorunlar, depresyon… Sebepler çeşitlidir.
Batı’dan yayılan bireysellik ve yalnızlaşma, ekonomik darboğazlar, günümüzde intihar vakalarının artmasına sebep oluyor. Kuyunun dibindeki karanlık çoğalıyor. Fakat bu karanlık içinde çözüm yolları da var. Bu konuda yapay zeka ile gerçekleştirdiğimiz sohbetlerde bazı umut verici fikirler ortaya çıktı.
İntihara meyilli kişilerin yapay zeka tabanlı iletişim kanallarıyla erken destek alması sağlanabilir. Ağır ve kötüye giden vakalar gönüllü psikologlara yönlendirilebilir. Yapay zekanın, psikobilimciler ve gönüllülerle birlikte çalıştığı bir platform oluşturulabilir. Belki de bu sayede nice hayatlar karanlık kuyulardan çekip çıkarılabilir.
Umarım bu fikirler, ilgili kurum ve kişilere ilham olur. Çünkü acısıyla tatlısıyla hayat, yaşamaya değer. Nefes aldığımız sürece mutlaka bir çözüm yolu vardır; hatta problemin içinde bile çözüm gizlidir. Umudumuz, dirayetimiz ve direnç gücümüz hiç eksik olmasın.
Yaşamak güzeldir; yaşamak, direnmektir.