Yine yorucu bir günün ardından, artık çökmüş olan gecenin sessizliğinde dolaşıyorum sosyal medyada.
LinkedIn’de herkes başarılı, ahkâm kesiyor; yaldızlı sözlerle “Ben olsam” diyor.
Beyaz yaka, varını yoğunu vermiş marka kıyafete; süslü ofislerde boy gösteriyor.
Facebook, orta yaş üstü insanların mekanı olmuş ama hâlâ bir keyfi var.
Bir yanda çok güzel bilgiler akarken, diğer yanda yapay zekâ ile yapılan videolara kanan yurdum insanı beliriyor.
X’te (alışamadım ki bu başlığa, Twitter iyiydi) savaş hashtag’leri, ama altında alakasız içerikler…
Troller, karşılıklı dezenformasyon ağları…
Instagram’da yine herkes “zengin”, “kral”, en lüks mekanlarda, falan filan…
Kafamdan bir İran-İsrail savaşı geçiyor.
“İneyim derinlere” diyorum.
Anlatırım Habil ile Kâbil arasında dökülen ilk kandan bu yana…
En az otuz bölüm çıkar.
Öbür yanım kapitalizme sararken, alakasız bir şekilde Halikarnas Balıkçısı’nın bir avcı saçmasıyla gözünü kaybeden albatrosu geçiyor aklımdan.
Adam, sürgündeyken bile ne güzel betimlemeler bırakmış…
Gitmeden gezdiriyor bizi: Akdeniz’in en güzel yerlerinden biri olan Bodrum’da…
Masmavi denizler gözümde,
Bir yandan da Engels’in Anti-Dühring’indeki alaycı betimlemeleri geçiyor zihnimden.
Dışarıda ağustos böcekleri ötmüyor bu gece.
Serin geçeceği belli.
Zaten onların sesinin şiddeti ve devamlılığından sıcaklık ölçülebiliyor.
—
İnsan ve Zihin
İnsan beyni gerçekten mükemmel bir organ.
Alakasız birçok şeyi aynı anda düşünüp birbirine bağlamaya fazlasıyla müsait — yeter ki kullanmak isteyelim.
Çok güzel tezler yazar, kuramlar kurar, sistemlerle ilgili teoriler geliştiririm; teorisyen olmak zor değil bana göre.
Ama özgün bir yazı yazmak…
İşte o daha zor. Ve daha leziz geliyor bana.
Çünkü aslında anlattıklarımın da, yaşadıklarımın da, gördüklerimin, hissettiklerimin, hatta düşündüklerimin gelip dayandığı yer hep aynı:
İnsan.
Ve insanlık.
—
Zihin ve Şeker
Her şey insanla başlıyor.
Ama insansız bir dünya, çok daha hızlı toparlar kendini.
Kendi ekosisteminde salınır gider.
İnsan beynini kullanmaya başlaması, yani düşünmeye başlaması da çok ilginç bir yere bağlanır:
İlkel şekilde meyvelerin aşılanıp doğal şekerli meyveler üretilmesiyle beraber…
İşte orada bir şey değişir.
İnsan tatla, farkla, dönüşümle karşılaşır.
Ve o andan itibaren düşünsel yönü başlar.
Ondan sonra işte,
Vay halimize.
—
Akıl Meseleleri
Av malzemesi, tekerleğin icadı, metalin işlenmesi…
Çağların başlangıcı, medeniyetin yürüyüşü işte böyle başlıyor.
Ama asıl mesele: akıl.
Elle tutulur, gözle görülür bir yanı yok.
Ama insanlarda bulunan bu mükemmel “durum”, öyle acayip şeylere yol açıyor ki…
Akıl, görüş ve duygular bir araya geldiğinde işler daha da karmaşık bir hâl alıyor.
Kimi, insanlığı kurtarmak için bir virüsü aşıya çeviriyor; hayatlar kurtarıyor.
Kimi, aynı virüsü silaha çeviriyor; biyolojik savaşlara yol açıyor.
Birisi atom bombasını icat ediyor,
Diğeri atom teknolojisiyle hasta hayatını kurtarmanın derdinde.
İç içe geçmiş bir düzen bu.
Tıpkı Yin-Yang gibi:
İyinin içinde kötü, kötünün içinde iyi…
İnsanlığa faydalı birçok çalışmanın ödüllendirildiği Nobel Ödülleri’ni veren Nobel’in, dinamiti bulmuş bir adam olması…
Daha ne diyeyim?
—
Çelişkiler
Kendimi bilinçli bir şekilde izole ederken,
“Az insan, az sorun” politikasını benimsiyorum.
Bir dizideki dayı gibi, içimden “Ben insan sevmiyom” diyorum.
Ama sonra, insanların okuması için satırlar ortaya çıkıyor.
İşte bu da ayrı bir acayiplik.
Yani bu durum,
Ben vejetaryenim deyip kelle paça kaşıklamak gibi bir şey.
—
İnsansızlık Paradoksu
İnsanlarla olmuyor,
Ama insansız da olmuyor.
Bizi yaralayan bir insan,
Saran başka bir insan…
Üzen bir insan var,
Seven başka biri…
Hastalandığımız biri var,
İyileştiren ise başka bir insan.
Toplum içinde insan,
İnsan içinde toplum…
Bu da başlı başına bir değişken paradoks.
Bir yandan “İnsan insanın kurdu” diyoruz,
Ama ithamlarımızın en keskin olanı da bu oluyor:
“İnsan ol biraz!”
—
Şaşırtan Canlı: İnsan
Aslında hayvanlara boşuna kızıyoruz.
Arıdır, sokar.
Köpektir, ısırır.
Eşektir, teper.
Ama şaşırtmaz.
Oysa insan öyle değil.
Ne yapar, ne eder…
Bir dakika sonra hangi halet-i ruhiye içinde olur, bilemezsin.
Aynı dili konuşman,
Yıllarca aynı koşullar içinde bir araya gelmen fark etmiyor.
Bir anlık çıkar ilişkisi,
Her şeyi bambaşka bir noktaya taşıyabiliyor.
—
İlişkiler ve Bermuda Üçgeni
İnsan ilişkileri de bir noktada bir kompozisyon gibi:
Giriş — tanış,
Gelişme — tanı, anla, bütünleş,
Sonuç — darbe ye… ve bitir.
Bu da ayrı bir acayiplik.
Ama bu topraklarda insanlar bir başka acayip.
“Coğrafya kaderdir” diyoruz, eyvallah.
Ama beyin de, akıl da kader değil bence.
İlkel benlik, nefis ve ego birleşti mi,
Ortaya tam bir Bermuda Üçgeni çıkıyor.
Yani bu üçgenin yanında,
UFO gören masum köylü, gayet makul kalıyor.
—
Coğrafyadan İnsana
Coğrafi yapı,
Bu yapıyla ilintili olarak gelişen müzik,
Yeme-içme kültürü…
Ve midemizin üst tarafında bulunan,
“İkinci beynimiz” diyebileceğimiz sinir ağları…
İşte oradan yansıyan ve kuşaktan kuşağa geçen bir bilinç bu.
Bu bilinçle şekillenen uygarlıklar…
Güneşin doğudan yükseldiği yerler…
Bir zamanların kadim uygarlıklarını çıkaran bu topraklar…
Milliyetçi bakış açısını ayaklar altına alan bir din —
İkra ile başlayan kutsal bir kitap…
Ve geldiğimiz noktada:
Ortadoğu, çok çok geride kalmış.
Fransız İhtilali’nin ardından yükselen ulus devlet kavramı,
Birçok toplumu ayrıştırdı.
Bir kavramla mantar gibi bölünerek çoğalmaya çalışan ülkeler topluluğu doğdu.
Kendisini milletin efendisi gören,
Ama daha önce defalarca soykırım gibi kıyımlara uğramış bir insanımsı topluluk,
Şimdi bu coğrafyaya kan kusturuyor.
Ve baştan sona…
O yandan bu yana…
Yazının başından sonuna kadar:
Hem dert, hem deva olan bir tek varlık var: insan.
Ne kadar tuhaf…
Ne kadar karmaşık…
Ve ne kadar tehlikeli bir canlı şu insan…
—
Hem Dert Hem Deva: İnsan
Zehir de, bal da insan.
Ham hâli tatlı,
Ama piştikçe acılaşıyor bazen.
Hem dert, hem deva… yine insan.
Bu yazıyı okuyup, kendi penceresinden bakacak olan da insan.
Şu an kulağımdaki kulaklıktan yayılan new age müziği yapan da insan.
Nâzım Hikmet de güzel bir insan.
Ve “Büyük İnsanlık” şiiriyle, insanlığı hatırlatan o büyük şair.
Keyifli zamanlar dilerim,
Ey insanlık…
—
BÜYÜK İNSANLIK
Nâzım Hikmet
Büyük insanlık gemide güverte yolcusu
tirende üçüncü mevki
şosede yayan
büyük insanlık.
Büyük insanlık sekizinde işe gider
yirmisinde evlenir
kırkında ölür
büyük insanlık.
Ekmek büyük insanlıktan başka herkese yeter
pirinç de öyle
şeker de öyle
kumaş da öyle
kitap da öyle
büyük insanlıktan başka herkese yeter.
Büyük insanlığın toprağında gölge yok
sokağında fener
penceresinde cam
ama umudu var büyük insanlığın
umutsuz yaşanmıyor.
7 Ekim, Taşkent, 1958