“Havada bulut yok, bu ne dumandır…
Mahallede ölü yok, bu figandır…”
Bu iç burkan türkü yine yankılanıyor kulağımda.
Haberlerde Yemen’i görünce içime tarifsiz bir sızı çöküyor.
Ve evet… İran’dan yana saf tuttuklarını da açıklamışlar.
Oysa bizler bu coğrafyada ne saf ne cephe arıyoruz.
Yalnızca huzur istiyoruz, ekmeğimizin peşindeyiz.
Ne tuhaf…
Savaşlar her zaman egemenlerin masasında başlar.
Bedelini ise hep biz öderiz.
Yani halk…
Yani, yoksul çocuklarını askere gönderen anneler,
ekmeğini yarıya bölüp dua eden babalar.
Yemen: Bir Coğrafyadan Fazlası
Yemen…
2015’ten bu yana gözümüzün önünde kanayan bir yara.
Kısa bir kronoloji çizelim:
2014: İran destekli olduğu iddia edilen Husiler, başkent Sana’yı ele geçirdi.
2015: Suudi Arabistan önderliğindeki Arap Koalisyonu, Yemen’in meşru hükümetini desteklemek üzere “Kararlılık Fırtınası” adlı askeri operasyonu başlattı.
2025: Savaş 10. yılını doldurdu. On yıl…
Vekâlet Savaşının Perde Arkası
Bir yanda Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn ve Sudan’ın dahil olduğu Arap Koalisyonu…
Diğer yanda İran’ın desteklediği Husi isyancılar ve yerel milis gruplar…
Görünürde amaç net: Yemen’in meşru hükümetini korumak.
Ama perde arkasında bambaşka bir satranç oynanıyor:
Suudi Arabistan ile İran arasında bitmek bilmeyen bir nüfuz savaşı.
Ve bu satrançta feda edilenler hep piyonlar: sivil halk, yoksul aileler, çocuklar…
Bir Ülkenin Çöken Altyapısı, Kaybolan Geleceği
Sonuç ne oldu?
On binlerce ölü.
Açlık, kolera, susuzluk…
Yıkılmış şehirler, yerle bir olmuş hayatlar…
Ve belki de en acısı: kayıp bir nesil.
Ama Yemen yalnızca bugünün haberi değil.
Kızıldeniz’e açılan kadim bir kapı…
Kerpiçten yapılmış tarihî yapılarıyla, Osmanlı’nın belleğinde iz bırakan bir toprak…
Ve ne yazık ki o bellekteki acılar, hâlâ türkü olarak yaşıyor.
Osmanlı’nın Yemen’e Giden Evlatları
Bir zamanlar Yemen’e gönderilen Türk askerlerinin feryadı,
bugün hâlâ ağıtlarla, manilerle, türkü sözleriyle yaşıyor.
Oradan gelen acı, Anadolu’nun yüreğinde yer etmiş.
Bazen bir çölün sıcağı, bir milletin vicdanını yoğurur.
Ve eğer ders almazsak, tarih bir kez daha halka acı olarak döner.
Çünkü tarih sadece kazananların değil;
bilenlerin, düşünenlerin, hatırlayanların yazması gereken bir metindir.
“İstikbal Göklerdedir”
Tam da burada Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü anmak gerekir:
Geçmişte yaşadığı her savaşı, her coğrafyayı bir ders olarak belleğine yazdı.
Ve büyük bir öngörüyle şöyle dedi:
“İstikbal göklerdedir.”
Bugün geldiğimiz noktada bu söz daha da anlam kazanıyor.
Çünkü artık savaşlar toprakta değil, gökyüzünde yapılıyor.
Uçaklar, dronlar, füzeler, uydular…
Göğe hükmeden, yeryüzüne diz çöktürüyor.
NASA’nın uzaya bu denli odaklanması elbette bir bilim merakı değil sadece.
Gökyüzü artık bir savaş sahası…
Ve aynı zamanda kader sahnesi.
Ama Göğe Yalnızca Füze Yükselmez
Unutmamalıyız ki, göğe yükselen yalnızca silahlar değil:
Dualar da oraya gider.
Feryatlar da…
Anılar, umutlar, ağıtlar…
Eski Türk inancında ruh göğe yükselirdi.
“Göktanrı” inancı bize göğü sadece fiziksel değil, kutsal da öğretmişti.
Zaten biz çağlar boyu göğe baktık.
Türkülerde…
Gurbetlerde…
Yol bekleyenlerde…
Hasret çekenlerde…
Gökyüzü bizim kubbemizdir.
Evimizin çatısı gibi…
Bizi saran, birleştiren…
Kuşlar, Uçurtmalar ve Hayaller
Göç eden kuşlar…
Gümüş kanatlı yolcu uçakları…
Kimi zaman oyuncak, kimi zaman ölümcül olan dronlar…
Ve kaçtığımız kapalı alanlardan çıktığımızda içimizi ferahlatan açık hava…
Bir de Hezârfen Ahmet Çelebi vardı ya…
Kendi yaptığı kanatlarla İstanbul’u aşan o hayalperest…
“Uçmak hayırsızlıktır” diyerek idam edilen adam…
Gökyüzüne inanan bir ruhtu o da.
Ve Son Söz…
Ve Son Söz…
Ben istiyorum ki:
Gökyüzü bize sadece umut versin.
Korku değil…
Savaş değil…
Füze değil…
Uçurtma taşısın, kuşları misafir etsin, dualarla dolsun.
Şairlere ilham, çocuklara hayal olsun.
Akşam güneşi, dostlukları pekiştirsin.
Çünkü biz göğe baktıkça insan kalıyoruz.
Biraz daha umutluyuz.
Ve belki, biraz daha hatırlıyoruz:
Gökyüzü, hepimizin ortak çatısıdır.
Evet, son sözüm belki fazla iyimser…
Belki de biraz hayalperest.
Ama umut etmeden de yaşanmıyor bu yeryüzünde.
Yoksa göğe bakmanın ne anlamı kalır ki?
Gökyüzü, hepimizin ortak çatısıdır.