Uyanıldı.
Hayata sövüldü.
Katrandan biraz açık bir kahve içilip sigara yakıldı.
Sabah sabah kafa açanlara söver gibi bir bakış atıldı.
Evet, yeni güne hazırız.
Sıcak geçmiş ve üzerine de gece ayazı üzerimden geçince, dayak yemiş gibi bir gün geçirmek keyif vermiyor. Kendimi yazar ya da edebiyatçı olarak görmüyorum ama yazılarımda da ilginç bir şekilde güzel tepkiler alıyorum. Bugün yine monolog yazmak geçti aklımdan. Saracak çok konu var ama olsun, bir kelimeden bile kitap yazabilirim.
Oscar Çöllerde çizgi filmini seviyorum ama Oscar bu ara bizim memlekette sanki “diuwww” diye bir sıcak müziğiyle giriş yapıyor. Şerefsiz bir kara sinek başımda dolanıyor. Öldürüp kurtuluyorum ama baş belası bir familya…
Vız vız vız… Boş beleş insanlar gibi, aynı.
Şehzade Mustafa’nın idamı ardından, kendini teskin etmeye gelen Rüstem Paşa’ya şöyle demişti Kanuni:
“Konuş Rüstem konuş, ne devlet senin, ne evlat senin…”
Öyle aklıma geldi…
Gene bir kara sinek vakası.
Ne hikmetse yaraya konar. Deli eder bu kara sinekler, insanı.
Yara benim, beden benim. Sana ne? Git çöplüğüne.
Hava sıcak zaten. Kara sinek de, Rüstem Paşa da… Aynısının laciverdi işte.
Hz. Ali’ye, “Ya Ali, şu adam senin hakkında iyilik düşünmüyor, zarar vermesin,” diyen ahaliye:
“Zarar veremez zaten,” diyor.
“Neden ya Ali?” diye soruyorlar.
“Benim o adama iyiliğim yok ki,” diyor.
Daha ne denir bu söze?
Var, gerisini sen getir.
Bir sinek daha katlettim bunu yazarken… Ama devamını unuttum yazacağımın.
Aklıma geldi ya, sinek gibi insanları sevmiyorum.
Gelir gider… Ya yemeğe konar, ya tepene konar.
En son öldürürsün, bu defa da ayrı bir sıkıntı.
İnsanlar 180 derece açıyla görür ama bakış açısı, at gözlüğü takan atlardan daha dar olan tipler var.
Ve anlatamazsın…
Şimdi çayın kenarında, dut ağacının altında çaput minder, bir de yünden bir yastık…
Suyun sesi, ağaçların gölgesi, uzaktan gelen serçelerin sesi…
Arada gelen toprak kokusu…
İlerideki rüzgârda sallanan kavak ağacının yapraklarının sesi ve görüntüsü…
Bitişikteki tarlada mısırların hışırtısı…
Altında oturduğum dut ağacının yaprakları kıpırdadıkça aradan sızan güneş ışınlarının dansını izleyip beyin resetlemek vardı…
Ama gene Allah’ın belası sinekler geliyor aklıma.
Şu arka kısmı yeşil olan, leşe ve pisliğe konan…
Sonra gelip insanın üstüne konmaya çalışan…
Kaşındıran…
Öldürdüğünde içinde vıcır vıcır larva kaynayan o boz sinekler…
Türevleri de…
İstemiyorum!
Sinekleri de, sinek gibi insanları da…
Sivrisinek gibi çaktırmadan kan emenleri de…
Kara sinek gibi yapışkan bir şekilde başa bela olanları da…
Arka kısmı yeşil, pisliğe konup daha sonra üzerine gelip kaşındıranları da…
Öldürdüğünde içinde yavru pislik doğuranlarını da…
Hiçbirini… Türevlerini de…
Rahmetli babam derdi ki:
“Bu dünyaya kötüler de gereklidir, oğlum.”
“Neden?” denildiğinde,
“Yoksa iyinin farkı nasıl ortaya çıkar?” derdi.
Demek ki sinekler de gerekli…
Ama istemem, eksik kalsın.
—
Cyrano De Bergerac
Cyrano de Bergerac isimli tiyatro oyunu, 1897 yılında Edmond Rostand tarafından yazılmış bir eserdir. Gerçekten yaşamış bir Fransız yazar ve düellocu olan Savinien de Cyrano de Bergerac’tan esinlenilmiştir. Oyun, özellikle Cyrano’nun büyük burnu, zekâsı, cesareti ve gizli aşkı ile tanınır. Burada bir şiir vardı, yazının altına ekledim ve “İstemem eksik olsun.” dedim ve gittim ben.
—
Ne yapmak gerek peki?
Sağlam bir arka mı bulmalıyım?
Onu mu bellemeliyim?
Bir ağaç gövdesine dolanan sarmaşık gibi
Önünde eğilerek efendimiz sanmak mı?
Bilek gücü yerine dolanla tırmanmak mı?
İstemem!
Herkesin yaptığı şeyleri mi yapmalıyım Le Bret?
Sonradan görmelere övgüler mi yazmalıyım?
Bir bakanın yüzünü güldürmek için biraz şaklabanlık edip,
Taklalar mı atmalıyım?
İstemem! Eksik olsun!
Her sabah kahvaltıda kurbağa mı yemeli?
Sabah akşam dolaşıp pabuç mu eskitmeli?
Onun bunun önünde hep boyun mu eğmeli?
İstemem! Eksik olsun böyle bir şöhret! Eksik olsun!
Ciğeri beş para etmezlere mi “yetenekli” demeli?
Eleştiriden mi çekinmeli?
“Adım Mercuré dergisinde geçse” diye mi sayıklamalı?
İstemem! İstemem! Eksik olsun!
Korkmak, tükenmek, bitmek…
Şiir yazacak yerde eşe dosta gitmek.
Dilekçeler yazarak içini ortaya dökmek?
İstemem! Eksik olsun!
İstemem! Eksik olsun!
Ama şarkı söylemek, düşlemek, gülmek, yürümek…
Tek başına.
Özgür olmak.
Dünyaya kendi gözlerinle bakmak.
Sesini çınlatmak, aklına esince şapkanı yan yatırmak.
Bir hiç uğruna kılıcına ya da kalemine sarılmak.
Ne ün peşinde olmak, ne para pul düşünmek…
İsteyince Ay’a bile gidebilmek.
Başarıyı alnının teriyle elde edebilmek.
Demek istediğim:
Asalak bir sarmaşık olma sakın.
Varsın boyun olmasın bir söğüdünki kadar.
Yaprakların bulutlara erişmezse, bir zararın mı var?
Cyrano de Bergerac

























