Kabuklu deniz canlılarının, özellikle yengeç ve istakozların, canlı canlı pişirildiğini duymuştum. Denizde yakalandıktan sonra, hızlı ve komplike bir tedarik zinciri ile tüketilecekleri restoranlara ulaştırılırlar. İstakozların, öldüklerinde hızla toksik madde üretip etlerinin bozulduğu söylenir; bu yüzden pişirilmeleri özen ister.
Pişirilme yöntemleri ise çok ilginçtir: Önce tencereye konulur, kısık ateşte yavaş yavaş ısı arttırılır, haşlandıklarını bile fark etmeden pişerler.
Biz de farkında olmadan, yaz sıcağında istakoz gibi haşlanıyoruz; hem de gönüllü bir şekilde.
Tıpkı bir tencere gibi kavurucu bir ortamda zaman geçirirken, iç sesim alakasız bir türkü mırıldanıyor:
> Kerpiç kerpiç üstüne kurdum binayı
Binayı kurar iken gördüm Leyla’yı
Melodisi ve sözleri tıngır tıngır geçerken, aklıma kerpiç evler geliyor. Cehennem gibi sıcak bir günden sonra evin içine adım atar atmaz, burnumu toprak kokusu sarıyor. İçerideki tek dolaptan yayılan kavun kokusu ise zihnimi ferahlatıyor.
Artan nüfus ve değişen koşullar derken, briket, tuğla, çelik konstrüksiyon derken, inşaatın ve çevrenin dönüşümü devam ediyor. Ama biz hızlı kabuk değiştirmeyi mi seviyoruz, yoksa tüketim çılgınlığı kanımıza mı işlemiş, bilmiyorum.
Bakıyorum Avrupa’ya; 14. ve 17. yüzyıllardan kalma kerpiç ve taş evler hâlâ ayakta, hâlâ kullanılıyor. Peki bizde o tarihlerden kaç yapı hâlâ faal durumda?
İnsan, yıkıla yıkıla inşa eder kendini.
İmar olmak için viran olmak gerekir.
Geçmişe baktığımda; Bizans’ı, beylikleri, Osmanlı’yı, Cumhuriyet’i, savaşları görüyorum. Belki şartlar bizi kabuk değiştirmeye zorluyor. Belki de göçebelik, bizi kalıcı eserler yerine geçici yaşamlara sürüklüyor.
“Geçmişi bilmeyen, geleceği öngöremez; kökünü bilmeyen, çiçeğini tahmin edemez.”
Şehrin gürültüsünden uzak, kerpiçten bir oda hayal ediyorum. Yavan pencereleri, tahta kapısı, içinde şöminesi olan; gaz lambasıyla aydınlanan, eski kilimlerle süslenmiş bir oda… Havaların sert, suların ve insanların mert olduğu çağların izlerini taşıyan…
Giden mert insanlarla sabaha kadar dertleşmeye ihtiyacım var. Fark ederek ve…
Ben bu çağdan nefret ettim.
Etimle, kemiğimle nefret ettim.
—

























