Karanlık bir gece… Şarkı listesinde Mahzuni Şerif çalıyor: “Az Kaldı” türküsü.
Sözlerine kulak kabartıyor, kafamı sallıyorum. Evet, az kaldı… Ama bir cümleye takılı kalıyorum:
“Isırıp ısırıp geçip havlayan,
köpek bizden sakınmaya az kaldı.”
Burada Mahzuni’nin ne tür köpeklerden bahsettiğini anlatmaya da gerek yok.
Gecenin belki 2’si belki 3’ü… Navigasyon, İç Anadolu’nun ne kadar kuş uçmaz, gemi geçmez yolu varsa sürüklüyor beni. İp gibi kıvrıla kıvrıla giden yollar, belirli belirsiz dağlar, ovalarda 3-5 haneli köyler…
Kırmızı gece lambası yanmakta bir hanenin. O hane halkı bu dağ başında nasıl bir ufuk ile bakıyor hayata?
Nasıl bir hayat, nasıl bir hayal? Diyemeden geçiyor yollar. Nasıl geçiyor köyler? Ben sabitim, köyler mi geçiyor? Dünya mı dönüyor, tekerlekler mi?
Uçsuz bucaksız ova… Kafayı yukarı kaldırınca pürüzsüz bir gökyüzü.
Ben neredeyim? Nerelerdeyim? Hayatımda bir daha geçme ihtimalim milyonda bir olan yollarda nasıl bir kafa ile yollardayım? Buralarda yaşayan insanlar neye hitaben burada? Bir avuç toprak içinse her şey… E sonunda herkes toprak sahibi olacak. Direksiyon başında, “Nereden geldin aklıma be Nazım, ne alaka?”
“Yok öyle umutları yitirip karanlıkta savrulmak.
Unutma; aynı gökyüzü altında, bir direniştir yaşamak.”
Herkes mekânında güzel de otoyolun ucunda yok. Karşıdan gelen bir araba yok, bir hayat emaresi de pek yok. Birden yola bir köpek havlayıp fırlayınca… Yeni bir köy. Her hanenin bir iti olması da normal ama iki ayaklı olmasında diyerek, köyleri geçerken kendimle konuşuyorum. Derken Efkan Şeşen, davudi sesiyle farklı bir moda sokuyor:
“9-6 yollarında gülmek yasak.”
—
Doğru… Bu sefer farklı bir sorgulama başlıyor kafamda.
Navigasyon, sana nalet gelsin! Otoyola sokmayacak beni, yapacak bir şey yok. Saatler önce deniz kokusu ile başlayan yolculuk, döne döne inip çıktığım Antalya yolları, yerini bozkıra bırakalı çok oldu. Ee, otoyol da yok. Neyse, devam… Ne diyorduk? 9-6 yolları, evet…
Neye, niye yaşıyoruz? Yılda bir gün yaşamak için mi? Kapalı cezaevi misali yapılar içinde gökyüzünü görmeden, güneşin batışını ya da doğuşunu göremeden… Derdimiz ne?
Neye, niye, neden, kime? Kimi ispat derdinde?
Yol bozuk olsun, yolcu yoldaş bozuk olmasında…
Yollar akıp giderken, tabiri caizse bozkırlardan geçerken… Ee, bozkırın tezenesi çalmasın mı?
“Bir anadan dünyaya gelen yolcu
Görünce Dünya’ya gönül verdin mi?
Kimi büyük, kimi böcek, kim gul
Merak edip hiçbirini sordun mu?
Bunlar neden, nedeni ni sordun mu?
İnsan ölür ama uruhu ölmez,
Bunda mahlûkatlar hiçbiri gülmez
Cehennem azabı zordur, çekilmez
Azap çeken hayvanları gördün mü?
İnsandan doğanlar insan olullar
Hayvandan doğanlar hayvan olullar
Hepisi de bu dünyaya gelirler
Ana haktır, sen bu sırra erdin mi?
Ömrünün bağının gülü solmadan
Varıp bir cana ikrar verdin mi?
Garip bülbül gibi feryat ederiz,
Cehalet elinde küskün kederiz,
Cahiller elinde küskün keseriz,
Hep yolcuyuz, böyle gelir gideriz
Dünya senin vatanın mı, yurdun mu?”
Arabadakiler uykuda başka alemde
rüya âleminde ama…
Al sana bozkırdan felsefe. Hemde alâsı
Al bozkırdan öğüt.
Dinle uçsuz bucaksız sarı ovanın sesini.
Başa alıyorum şarkıyı tekrar, kendi tavrıyla üstadın.
Behey zâlîm
Dünyaya geldin, gönül verdin. Fani dünyaya olmayacak kalleşliği yaptın, maddeye taptın.
Neden buradasın, sorgulamadın.
İmtihan dünyası… Gülmedin, gülmek isteyeni de güldürmedin.
İnsan doğdun, insan olmadın.
Ana haktır, bu sırra ermedin.
İkrar, yol bilmedin.
Benim geçtiğim yolda, ben dâhil herkes yolcu.
Mesele yol değil…
Dünya senin vatanın mı? Kazık mı çaktın bre bênamûsa?
Yol devam ediyor…
Gecenin en karanlık zamanı, güneş doğmadan evvelki vakittir.
Bu karanlık gece dar yollarda baki değil.
Dağı aşınca günün ilk ışığı vuruyor. Yolculuk devam ediyor. Ortalama 325 km’ydi yol; ömür yolu ise kaç kaldı, bilinmez.
Geçilecek çok yol, aşılacak çok engel var daha…

























