Hayat geçiyor yine; takvimden yaprak yaprak, ağaçtan dal dal, ömürden bedenden hücreleri eksilterek…
Gül misali…
Bir insan ne zaman ölür?
Bir insan ne zaman yok olur?
Bir insan ne zaman yaşamamış olur?
Bir insan, kendisini hatırlayan son kişi de bu dünyadan gittikten sonra yok olur, hiç olur. Belki bir mezar taşı kalır, belki bir parça kemik.
Zerdüşt’ten bu yana insanlık ölümsüzlük peşinde—ölümü bile bile hem de. İçinde yaşadığımız yüzyılda bile, kendini belirli bir tarihten sonra donduran epey insan var. Bana kalırsa maddenin tabiatına aykırı; elbette bu benim görüşüm.
Ne zaman ölümsüz olunur?
Bana göre, insanlığa ve tarihe damga vurmak ölümsüzlüktür. Müzik listem kafamın içi gibi karmakarışık yine; “Psalm 117 Tone 1” çalıyor. Meali ise Zebur’daki o bölümün ilahi halinde söylenişi ve çok acayip bir frekansta… Alın size ölümsüzlüğe bir örnek.
Türkçe tercümesinde bir söz beni büyüledi:
“Rab’be olan bağlılık, önderlere güvenmekten çok daha iyidir.”
Üstüne düşünmelik, hem de bayağı…
Durup dururken bunca mesele nereden örüldü, ona da biraz açıklık getirmek istedim.
Geçenlerde, orta sınıfın bir tık üstü bir semtte, uzun saatlerdir yemek yemediğimi hatırlayınca, methiyesini bildiğim bir dürümcüye gittim. Sıra fişini alıp beklerken, kadının biri iki dürüm istedi; sonra onları ekstradan ikiye böldürdü, hepsi eşit olan biberleri sıradakilere saygısızca al aşağı etti, salataları sırası ile süzdü büzdü. Uyarımla, zor da olsa, vedalaştı; temiz masayı sildirdi çalışana.
Hâl ve hareketlere bakarsan, arkadaş sosyal statü sahibi sözde. Ulan behey dürzü, madem statün var, ne geziyorsun dürümcüde! Zaten âdab-ı muaşeret kurallarına, cemiyet kurallarına hâkim olsan, çöplükte bile “Evet, bu hanımefendi, bu beyefendi” diye ayırt edilirsin. Rollenmeye gerek yok.
Bunu anlamıyorum ben de: Eğer üstün bir kişilik yapın yoksa, tarihe damga vuracak bir yapıda değilsen, bu rollenmek, bu kibir, bu egoya gerek yok. Hoş, memlekette bu yönde ya biti kanlanan hemen bir role bürünüyor.
Olduğun ortam, giydiğin kıyafetten, bindiğin arabadan ziyade; boş musun, dolu mu; neyi başardın, insanlığa ne faydan oldu… Esas mesele orada. Eğitimin, kültürün, bakış açın… Ama bu bataklıkta para etmiyor.
Yani boş tenekeden boş ses oldukça fazla çıkar. O saatlerce övündüğünüz semtiniz, eviniz, marka eşyalarınız, o lüks aracınız sizinle gitmeyecek; arkanızdan iyi ya da kötü diyecekler.
Güzel bir Çin atasözü geldi aklıma:
Şemsiye meselesi değil ha:
Bir yıl sonrasını düşünüyorsan eğer, tohum ek;
On yıl sonrası ise tasarladığın, ağaç dik;
Ama yüzyıl sonrası için, halkı eğitmeye bak.
Bir kez tohum ekersen bir kez ürün alırsın,
Bir kez ağaç dikersen on kez ürün alırsın,
Yüz kez olur bu ürün, eğitilirse ulus.
Birisine bir balık verirsen, doyar bir kez.
Balık tutmayı öğret, doysun herkes
KUAN-TZU

























