“Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara filan kalır diye değil…”
Nazım Hikmet
Sonbahar kışa dönüyor artık. Ağaçlar, en güzel süsleri olan yapraklarına veda ederek uykuya dalmaya başlıyor. Güneş ışınları, doğayla giriştiği savaşa ateşkes ilan eder gibi yavaş yavaş çekiliyor bu günlerde. Evgeny Grinko’nun Faulkner’s Sleep parçasındaki atmosfer misali, griye ilerleyen zamanlar bunlar.
Ama tam da böyle zamanlarda, heybeti maruf, vakurlu duruşuyla; tüm zorlu koşullara rağmen bize yaşam inadı aşılayan, hiçbir koşula boyun eğmeyen zeytin ağaçları düşüyor aklıma.
Dediğim gibi, doğanın uykuya geçtiği şu günlerde ve hemen öncesinde tarlalarda hummalı bir çalışma vardır. Zeytin hasadının artık son demleridir. İnce, uzun; “yaz kış ben buradayım” diyen yaprakların arasında, bir cevher gibi parlayan o mucizevi ve kutsal meyve: zeytin…
Dört kitapta kutsal atfedilen; her dönemde insanlığa rehber olmuş, üç bin yıldır Akdeniz’den dünyaya yayılmış bu kadim ağacın sunduğu hazine hayatın her yerindedir.
Kahvaltımızda yeşil ve siyah haliyle; soframızda yağ olarak; yemekte lezzet, banyoda sabun, sobada odun… Yaprağıyla çayımızda, barışımızda ve cennetü’l-âlâda…
Zeytin ağacı inatçıdır; toprağını savunur. Eğer severse yurdunu, minicik bir fidan bile olsa oraya tutunur. Soğukla sıcağı ayırt etmez, fırtınaya baş eğmez; eğilir ama pek yıkıldığı görülmez. Dayanır eziyete, çileye.
Ona yabani asi iken, delice dersin, aşılarsın salamuralık yaparsın; sofralık olur, yağlık olur… Sorun çıkarmaz, kabullenir.
Kestikçe, budadıkça gürleşir. Zamana meydan okur. Kesersin, kaldığı yerden yeniden devam eder.
Eder, eder de o kadim ve kutsal ağacı yok eden şey bambaşkadır: pij. Yani dip sürgünü.
Zeytin piji, ağacın gövdesinden, tabanından minicik patlar. Sonra ağacın toprağından, suyundan, özünden faydalanarak büyür. Müdahale etmezsen ağacın suyunu çeker, topraktan aldığı her şeyi elinden alır; onu güçsüz, verimsiz bir hâle sokar.
Yavaş yavaş yaşlandırır, dönülmez bir yola sürükler. Soluk aldırmaz ve sonunda tüketir.
Ne meyve verir, ne düzgün bir ağaç olur.
Ne kendisi yer, ne yedirir.
Mundar eder; bırakmaya çalışır.
Üretici piji sevmez. Kazmayla, belle sürekli mücadele eder. Türemesin diye baharda da sonbaharda da mutlak bir savaş verir. Bu, bir bakım değil; bir var olma mücadelesidir.
Bana çok tanıdık gelir bu pijlerle mücadele.
Velhasıl…
Bir zeytin ağacınız varsa — ya da mecburen zeytin ağacı gibi olduysanız — pijleri çoğaltmamaya mecbursunuz.
Mecburuz.
























