Güneşin tepeden vurduğu bir sabah, yine yollar, arabalar, insanlar…
Balık istifi otobüsler, simetrik çizilmemiş yol çizgileri, kırmızı ışıklar ve günlük göç…
Koltuğumda, kulaklık kulağımda yollara, ağaçlara bakarken, yol kenarında pembe bir hatmi çiçeği kahverengi, yeşil ve sarının ortasında sallanıyor rüzgârda “ben buradayım” diye.
Ne kadar güzel ve dikkat çekici sıradan tonlamalar arasında…
Evet, fark güzel. Farklılık ve farkındalık daha da güzel.
Temmuz… Sıcak, kavurucu Temmuz.
Bazen Ağustos’tan daha zalim. Yangınlar, sıcak çarpmaları, uyarılar…
Asfaltta pişen yumurta haberleri…
Ama, en sıcak, en yakıcı, en utanç verici olan da beyin kıvrımları daha oluşmamış, tüm bilgi kaynakları “miş-muş”lardan ibaret olan azılı bir güruhun;
Hoşgörü, Temizlik ve İkra diye başlayan bir dini kendilerine kılıf edip, insanları diri diri yakmasıydı.
Evet, bugün 2 Temmuz.
Sivas Katliamı.
Toplumsal hafıza nasıl balık gibiyse, bireysel olarak fil yahut kuzgun misali…
Ben unutmam kolay kolay.
Sıcak bir gün. Önce bizim kapının önü gölge. Gölgeden faydalanıyorum.
Kendi aramızda önce top çekişmesi… 10 kat, 15 kat naylon toplar.
Öğle sıcağı, eve kaçış…
Saat 14:00’te gölge sonrası mısır koçanını, kasetlerin bant kısmıyla bağlayıp gökyüzüne fırlatıyoruz.
Bakkala gelen yeni top…
“30 katmış bu!” diye hava atan, mahallenin zengininin şemalsiz oğlu…
Akşam ezanı… “Allahu Ekber” dendiği an eve fırla.
Babam televizyon başında.
Kül tablası ağzına kadar izmarit dolu. Üzgün gözler, sıkılan diş ve arada küfürler.
“Baba, ne oldu?” diyorum.
“Allah Allah diyen Allahsızlar oteli ateşe verdi, insanları yaktı,” diyor.
Anlamaya çalışıyorum:
İnsan nasıl yakar?
Niye yakarlar?
Eline ne geçer yakanın?
İnsan tutuşmaz ki… yakacak değil!
Hem biz kavga ederken teke tek kavga ederiz, haksızlık olmasın diye…
Niye kavga etmemişler?
‘Haksızlık var,’ deyip neden biri çıkmamış?
Anlam yükleyemiyorum.
Yıllar geçtikçe, nedenini niçinini anlıyorum.
Adamlar toplumsal hafızayı yakmaya uğraşmış.
Gaza gelmiş… getirilmiş…
Yaktıkları kim, niye, demeden…
Sürü psikolojisiyle Anadolu irfanı yerine,
Anadolu çomarlığını seçmişler.
Yazar, şair, müzisyen, gazeteci, kadın, kız demeden
Katliam yapmışlar.
Ve ne geçti ellerine?
Sivas Katliamı, Sivas Olayları, Madımak Katliamı ya da Madımak Olayı…
2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas’ta düzenlenen Pir Sultan Abdal Şenlikleri sırasında,
Madımak Oteli’nin radikal İslamcı bir grup tarafından yakılması…
Çoğunluğu Alevi 33 yazar, ozan, düşünür ile 2 otel çalışanının yanarak ya da dumandan boğularak ölümüyle sonuçlandı.
Katliam sırasında dışarıda toplanan saldırganlardan iki kişi de öldü.
Büyük bir kısım, güvenlik görevlilerinin ellerinden geleni yapmadığı görüşünde.
Katliamdan ağır yaralı kurtulan Aziz Nesin, olaylar sonrası yaptığı basın açıklamasında,
dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ile Tansu Çiller / Erdal İnönü (DYP-SHP) koalisyon hükümetini sert şekilde eleştirdi:
> “Bir devlet var diyordum ben.
Bir devlet var, inanılacak devlet var.
İyi-kötü, yanlış yapıyor-doğru yapıyor ama devlet var.
Elbette bunu önleyecekler.
Bu kadar ödün verilemez, diye düşünüyordum.
Yanılmışım.”
Temmuz sadece sıcak değil.
Temmuz, kavurucu.
Temmuz, bazen Ağustos’tan bile daha zalim.
Ama en sıcak, en yakıcı, en utanç verici olan;
Asfaltta değil, vicdanlarda pişendi.
Unutmadık.
Unutturmayacağız.