Kurak ve sıcak geçen yaz günlerinde, sıcak ve nemli coğrafyada hayal gibi geçirilen günlerin ardından gelen sabah ve akşamları yavaştan üşüten rüzgârlarla kapanan camlar, bir devrin kapandığının işareti bir nevi; yaz özgürlüğü yerini korunma moduna bırakıyor. Buraya kadar 35 farklı kelime kullandım; kelimelerin sahibi ise dil.
Refik Halit Karay’ın 1938 yılında yazdığı Eskici hikâyesi, ana dilinin insan yaşamında taşıdığı önemi yoğun bir biçimde işlemektedir. Hikâyede, yaşlı bir eskici ayakkabı tamircisi ile kimsesiz bir çocuğun Anadolu toprakları dışında Türkçe konuşurken yaşadıkları heyecanlar ve duygular, o kısa an bittikten sonra çocuğun hüznüyle çıplak bir şekilde anlatılmaktadır.
Dil, insanların duygu, düşünce, bilgi ve birikimini başkalarına aktarmasını sağlayan sistematik işaretler bütünüdür. Ses, yazı ve el hareketleri ile tanımlanabilir. Bir kültürün geçmişten günümüze kadar yansımasıdır; destan, sözlü müzik, örf, adet ve anane aktarımı ile yaşayan bir kültür birimidir.
Yani, beynimizden idrak yoluyla aktarım yapan düşüncelerin vücuttan çıkış noktası aslında dil. Yine dilimizden damlayan bir atasözü demiş ki: “Dilim bana giydirir kilim.” Edebiyatın temeli, insan ve aynı toplumun ortak noktası olan dildir. Kendimizi diğer insanlarla iletişim hâline getirmek, görmek ve duymak kadar önemli bir mevzudur dil. Dilden çıkan kelimeler insanı rezil de eder, vezir de; karakteri insanın diliyle çözeriz.
Bir ırkın veya kavmin tanımı, özeti dilidir; dil yapısı ile o toplumun mantığını anlarız. Dil de evrim geçirir. Türkiye Türkçesi, Orta Asya steplerinde konuşulan Türkçe değildir; kurulan her devletle ve ittifak kurulan her milletle kültürel etkileşim dilde de kendini gösterir. Örneğin, İran Azerbaycan eyaletinde konuşulan Azerice ile Azerbaycan’daki Azerice aynı değildir. Biri Farsça ile, diğeri Rusça ile etkileşim hâlindedir.Nev’î tarafından kaleme alınan şu beyit, dönemi adeta fısıldar:
“Bela dildendir ol dildar elinden dâdımız yokdur
Gönüldendir şikâyet kimseden feryadımız yokdur.”
Osmanlı Devleti, Yavuz Sultan Selim sonrası İslam Devleti kimliğine bürünmesi sonucunda, saray erkanı İslamiyet’e olan hürmetinden Arapça ağırlıklı bir üslup belirlemiş; elit ve edebiyat çevresi ise estetik kaygılarla Farsça’ya yönelmiş ve Türkçe ikinci plana itilmiştir. Fransız İhtilâli sonrası gelişen milliyetçilik akımıyla milletlerin kendi öz dilleri daha baskın hâle gelmiş ve öz diller ön plana çıkmıştır. Bu meseleyi en güzel Bedri Rahmi Eyüboğlu özetler:
Üç Dil
En azından üç dil bileceksin,
En azından üç dilde,
Ana avrat dümdüz gideceksin.
En azından üç dil bileceksin,
En azından üç dilde düşünüp rüya göreceksin.
En azından üç dil…
Birisi ana dilin;
Elin ayağın kadar senin,
Ana sütü gibi tatlı,
Ana sütü gibi bedava.
Ninniler, masallar, küfürler de cabası.
Ötekiler yedi kat yabancı.
Her kelime arslan ağzında,
Her kelimeyi bir bir dişinle, tırnağınla,
Kök sökercesine söküp çıkartacaksın.
Her kelimede bir tuğla boyu yükselecek,
Her kelimede bir kat daha artacaksın. En azından üç dil bileceksin,
En azından üç dilde,
Canımın içi demesini,
Kırmızı gülün alı var demesini,
Nereden ince ise oradan kopsun demesini,
Atın ölümü arpadan olsun demesini,
Keçiyi yardan uçuran bir tutam ottur demesini,
İnsanın insanı sömürmesi,
Rezilliğin dik alası demesini.
Ne demesi be?
Gümbür gümbür, gümbür demesini becereceksin. En azından üç dil bileceksin,
En azından üç dilde,
Ana avrat dümdüz gideceksin,
En azından üç dil…
Çünkü sen ne tarih ne coğrafya,
Ne şu ne bu sun.
Oğlum Mernus,
Sen otobüsü kaçırmış bir milletin çocuğusun. — Bedri Rahmi Eyüboğlu

























