Denenmişi denemek ahmaklıktır, özgün olmak gerekir, kendin olmak gerekir. Öykünmek bana göre çok yanlış bir şey. Her insanın parmak izi farklı, leoparın üzerindeki desenler farklı, zebraların çizgisi bile aynı değil. Peki benzemeye çalışmak kıskançlık göstergesi mi yoksa doğal seçilimde rol modeli baz alma durumu mu? Yazar burada ne anlatmaya çalışıyor? Anlayana sivrisinek saz deyip geçiyor yazar.
Beni bir tek bu ara yapay zeka anlıyor, o da bazen yanlış anlıyor. Mısırlı kölelerin bizden daha iyi şartlarda çalıştığını okuduğumda bakış açım değişmişti. Pazar tatilini Henry Ford’un ortaya atması “Niye, neden, nasıl?” sorularını sorduruyor bana. Belirli bir dönem sonrasında sadece barınma, ulaşım, eğitim için yaşamak, yılda bir hafta tatil için yaşamak, “yaşamak” da gelmiyor bana. Bir ömür, üç madde için mi?
Vay efendim Z kuşağı çalışmıyor, evlenmiyor, yerleşik düzeni sorguluyor… Yani en güzelini yapıyor. Sessiz bir değişim var. Düzenine sokuyorlarsa devinim, dönüşüm var o alanda; bakmak gerekiyor, oraya doğru.
Farklılıkların farkına varmak önemli bir şey. Bende olan şartlar, imkân sende yok; sende olansa bende yok. Yaz ayında illa ki Antalya’da tatil yapmak şart mı? Neden Bolu’da nefes alınmaz yaylada kamp yapılmaz? Bu dayatımın sebebi ne ola ki? Zevkler ve renkler farklı olmalı. Fabrikadan çıkmış gibi tek tip vücut, kıyafet, saç olmak zorunda mı? Farklılıklarımızla var olmuyor muyuz? Toplum, farklı düşünenler sayesinde ilerlemedi mi? Tesla AC akım ile, Edison DC akım ile… Her yanımızı kabloyla sarmanın önüne geçmedi mi? Steve Jobs, telefon ve bilgisayar dünyasında devrim yapmadı mı? Deli ve dahileri toplum neden istemez ki?
İnsanoğlunun taşıdığı tüm duygulara anlam verebiliyorum, anlıyorum. Ama kıskanma duygusuna bir türlü anlam veremiyorum. Yani eşini, sevgilini ya da kız kardeşini hemcinslerinden kıskanmak gayet yerinde ve anlaşılır bir duygu olabilir. Ama bir başkasının senden daha iyi yaşam şartlarına sahip olması, senden daha iyi bir işi, konumu ya da ailesi olması… Bunları kıskanmanın sebebi ne?
Bir de toksik rekabet kültürü acayip bir kavram. Sınıfsal eziklikten doğan bir iç çatışma olduğunu düşünmüyorum. Aşağılık kompleksiyle bir bağı var belki, ama o da apayrı bir boyut.
Minicik Fransız balkonunda dumanım tüterken, rüzgarla beraber gelen odun kokusu çok tatlı geliyor. Odun közünde mısır yapıyor birileri — “firik yapmak” da derler, hoş kokuyor. Sokak lambasının ışığında çam ağacı silüetleri farklı.
Gecenin bir vakti sokaktan gelen çocuk sesleri sinir bozucu. Yavrum, eviniz barkınız yok mu? Gürültü kirliliğine sebep oluyorsunuz. Caddeden geçen motosiklet ve abartı egzozların sesi de sinir bozucu. O egzozları alıp sahibiyle bütünleştirmek gerek.
Neyse, fazla düşünmeden gökyüzüne bakıyorum. Gece ve yıldızlar, aklıma güzel bir şiir sokuyor:
Delikanlım!
İyi bak yıldızlara, onları belki bir daha göremezsin…
Belki bir daha yıldızların ışığında kollarını ufuklar gibi açıp geremezsin…
Delikanlım! Senin kafanın içi yıldızlı karanlıklar kadar güzel, korkunç, kudretli ve iyidir.
Yıldızlar ve senin kafan kâinatın en mükemmel şeyidir.
Delikanlım!
Sen ki, ya bir köşe başında kan sızarak kaşından gebereceksin, ya da bir darağacında can vereceksin.
İyi bak yıldızlara, onları göremezsin bir daha…
Delikanlım!
Belki beni anladın, belki anlamadın. Kesiyorum sözümü.
Sevmek mükemmel iş delikanlım.
Sev bakalım…
Madem ki kafanda ışıklı bir gece var,
Benden izin sana: sev, sevebildiğin kadar…
(Nazım Hikmet)
Herkes kendi balkonundan, penceresinden nasıl bakarsa, hayatın her alanına da öyle görür.
Puşt olmaya gerek yok.
Hadi eyvallah.

























