Çağrışımlar ve Tiyatronun Yalnızlığı Üzerine
(Bir taşra yazarından sahnede cirit atan görgüsüzlere cevaptır)
Uzun yıllar boyunca alışkanlık haline gelen davranışlar, bir süre sonra insanın değişmez bir parçası oluyor. Buradan bakarsak; duvara parmağını sürterek yürümek, iş makinesi hafriyat izlemek, çocukken azar işitirken halı desenini incelemek… (Galiba ondan kaldı bende bu simetri ve düzen takıntısı.) Bir de hayal kurmak. Sahip olmaktan çok, hayal kurmak daha iyi sanki.
“Ne olmuş büyük adam olamadıysak, hayallerimizi de satmadık ya…” diyordu Erdal Tosun. Rahmetle anıyorum. Organize İşler filminde de yine güzel bir repliği vardı:
“Bir ara çok konuştum, bir faydasını görmedim, sonra bıraktım.”
Ne kadar felsefi bir söz aslında. Üzerine kitap bile yazılabilir.
Erdal Tosun deyince girizgâh biraz değişiyor aslında. Farklı bir şeyler karalama niyetindeyken Erdal Tosun çağrışımı, Tosun ailesini getirdi aklıma. Şanssız ama ülke tiyatro ve sinema tarihine damga vurmuş güzel bir aile… Necdet Tosun, siyah beyaz filmlerde babacan ve mizahi rolleri oynardı. Erdal Tosun ise Cem Yılmaz ve Yılmaz Erdoğan filmlerinde etkileyici rollerde yer aldı. Gürdal Tosun’un, Erdal Tosun ile Bir Demet Tiyatro sahnesindeki performanslarını yıllarca televizyondan gülerek izledik. Vedat rolünde, “Bak kardeşim, üretimden gelen gücümüzü seni tartaklamakta kullanmayalım” ve ardından “Bu durumda ne yapmıştır Spartaküs?” betimlemeleri hâlâ kulağımda çınlar.
Tiyatro, gerçekten ciddi anlamda zor ve yüksek etkileşim isteyen bir sahne. Sinemada tekrar ve ezber sıkıntın yokken, tiyatroda çok sıkıntı var.
Aslında bir defa oynama gafletinde bulundum ve yüzüme gözüme bulaştırdım. Benim sahnemin tiyatro olmadığını anlamış ve bir dakikalık rolü bile becerememiştim.
Ergenlik hatası diyelim ama değişik bir deneyimdi.
Çağrışım çağrışımı doğuruyor…
Türk tiyatrosu bence Hacivat-Karagöz, orta oyunu, meddahlık gibi kültürlerden evrilerek bu zamana gelmiş.
(Tiyatro gurmesi değilim, sadece aklımda kalanları kaleme döküyorum bu arada.)
Naşit kardeşler, Ali Şen, Şener Şen, Nejat Uygur ve oğulları, Ferhan Şensoy, Yılmaz Erdoğan, oda tiyatroları, Otogargara, Bir Demet Tiyatro ve nice niceleri…
Gerçekten karın tokluğuna, aşkla yapılmış zor bir sanat bana göre.
Az önce okudum; Kurtlar Vadisi’nin Laz Ziya’sı, tiyatro, sinema ve dublaj sanatçısı rahmetli İstemi Betil, telefonuna kontör bile yükleyemeyecek kadar zor günler yaşamış. Üzücü…
İşte tam burada içimden öfke geçiyor. Çünkü bu kadar usta tiyatrocu maddi sıkıntı içinde yaşarken bir de kendini “tiyatrocu” zanneden, ambalajı parlak ama içi talaş dolu tipler geliyor aklıma.
Yani vasatlığına rağmen torpille, tanıdıkla, “ben de oradaydım” gıcıklığıyla ekranlara çıkıp, iki diziyle kendini Meryl Streep sanan tipler…
Bir de kamera karşısında “aşko-kuşko” triplerine girip bizden biri gibi davranmaya çalışan, ama onu bile beceremeyen…
Görgüsüzlükle süslenmiş kibir patlamaları.
Saçma sapan gece kuşağı programlarıyla kendini dev aynasında gören, zekâyı uzaktan selamlamış, içi kof, dışı yaldızlı tiplemeler.
Hatta birine yakinen şahit olduk.
Yazmaya nasıl başladığımın hikâyesini anlatmıştım. Editör Cevdet Laçinkaya ile sözlük maceralarımızdan kısaca bahsetmiştim.
O dönemlerde Ekşi Sözlük’te yazar olmak, neredeyse Oxford’a giriş mülakatından zordu.
Sözlük neredeyse gündem belirliyor, haberlere konu oluyordu.
Arada nickler arkasına gizlenen ünlüler ifşa oluyordu.
Oralarda tutunamayıp sözlük sözlük gezerken Cevdet’in önerisiyle MedyaSözlük’te yazmaya başladık.
Güzel insanlar tanıdık, uzun ve keyifli sohbetler ettik.
Medya sektöründe kamera arkasındaki insanlarla haşır neşir olduktan sonra bir baktık ki; Türkiye ekran tarihine magazin zekâsıyla kazınmış, tatlı su kurnazlığını şehirli maskesiyle sunan bir medya yancısı kurmuş o yapıyı.
Adı: Ömür Varol.
Bize fark etmezdi ama “lektem” ya da “öktem” nick’i ardına sığınan (sanki ishal çağrışımı yapan kelimeyi bilerek seçmiş), ruhsal hijyenden nasibini almamış bir tipleme vardı.
Gece 12’den sonra giriyor, o günün en çok oy alan yazarlarına sataşıyor, saçma sapan başlıklarla ilerliyor.
Sözlük içinde dijital lavukluk.
Ne üretir, ne yazar…
Yalnızca laf sokayım, ego şişireyim, küçük dağları ben yarattım kafasında dolanır.
Bir gün bana sardı. Nick’ime, entry’lerime…
Ben de altta kalmam, yol yemem, karşılık verdim.
O tipi entry’lerle güzelce ezince entry’ler silinmeye başlandı, sorgusuz sualsiz.
Bir acayiplik vardı; moderatörler açıklama yapamıyor, ama gizli bir el tepeden bir haltlar karıştırıyordu.
Dostlarım “Bulaşma ona, boşver.” dedi.
Ulan o maske ardına saklanan tip kim oluyor?
Ben yol yemem, yola gelmem, biat etmem.
Hata yapmam, özür dilemem.
Atıştıkça işin suyu ortaya çıktı:
Bu “lektem” ya da “öktem” denilen zevat, Erdal Türkmen adında bir tiyatrocuymuş.
Gençlik dizisi Hayat Bilgisi’nde, engelli, şark kurnazı bir görevli olan Mennan rolünü oynamıştı.
Bir iki gece programı var; vasat altı bir performans…
Ama sözlükte el üstünde tutuluyor.
Bir gece yine sardı bana ama şartlar değişmişti.
O torpilli, abileri olan; ben özgüvenli ve kimsesiz bir yazardım.
Maskesini düşürünce, hoop, üyeliğim 2100 yılına kadar askıya alındı.
Bu defa Cevdet’in hesabıyla bu durumu ifşa ettim, o da uçuruldu.
Ama hâlâ anlamam…
Gerçekten yetenekli ve emektar tiyatrocular açlık sınırında mücadele ederken, bu kadar kof ve çapsız tiplemeler nasıl oluyor da klasik medya denen kokuşmuş sistemde el üstünde tutuluyor?
Halktan kopuk, alkolün cesaretiyle klavye delikanlısı olan;
bürünmeye çalıştığı “bizden, masum, halk çocuğu” imajının tam aksine,
ego dolu, küfürbaz, küçümseyici ama entelektüel fakir bir figür.
Kendi yazdığıyla bile çelişen, kendini dev aynasında görüp gece kuşağında karikatürleşen bir medya artığı.
Ve böyle bir kayırma.
Hâlâ şaşırtır beni.
Demek ki liyakat, ana akım medyanın o dönemlerinde “etiket arkasına saklanan çürümüşlük”ten ibaretmiş.
Ama galiba o tipler, medya ve kameralar özgünleştikçe, dijital çöplükte doğada çözünüp bitecek.
Toz kadar iz bırakmadan.
Ve sana MYHAYABUSA’nın selamı var:
“Erdal brocuk, zaman gecikir, intikam gecikmez.”
Yaşasın özgür ve çok sesli medya!
Var olsun hakiki tiyatrocular.
Ölenlere rahmet, kalanlara sağlık ve selamet dileğiyle.
Ve sahnenin hakkını sahte ve torpilli tiplere yedirmeyen tüm emekçilere selam olsun.

























