Kışın en katmerli dönemi başladı, yıl sonu yaklaştı. Mevsimin ilk karı kısa da olsa selam verdi; kapanış mevsimi başladı, eve kapanış, içe kapanış.
Bir zaman sonra kışları tıkış tıkış olan mekânlar ve kalabalık ortamlar tat vermiyor. Ekonomi ve onun saz arkadaşları ayrı bir konu olsa da, evde sıcak çay ve kahvemin yanı başımda, tenhalaşan çevreyi gördüğüm buharlanan cam kenarında, kalorifer peteğine ile samimi oturum daha çok keyif veriyor. Televizyon, zaten diplerde olan enerjimi daha dibe çektiği için sarıyorum kitaplarıma ve içerisindeki büyülü atmosfere.
Dönemsel olarak değişir okumalarım; kafam dolu ise Amerikan macera romanları, bir konuya açsam araştırma kitapları, son dönem ise insan ve insanın içindeki o insan.
Yine gözüm dışarıda; lezzetli, damağıma çamur gibi yapışan bir kahve formülü yakalayıp ona göre çektirdiğim için ayrı bir lezzet alırken, dışarıda barınmak için yer arayan sokak köpeğini görünce kahvenin acı tadı saf acıya dönüştürüyor. Sonra, beş günde bitirip kendime kızdığım 800 küsur sayfalık Köpekleri Seven Adam romanı geliyor aklıma.
2015 yılında Asturias Prensesi Edebiyat Ödülü de dâhil olmak üzere çok sayıda ödüle layık görülen Leonardo Padura’nın Köpekleri Seven Adam romanından bende kalanlar ise elbette; kitapla alakalı kopya vermeyeceğim. Çok katmanlı karakterler ile yoğrulmuş ve ister sürgün bir lider ol ister katil ya da aylak bir serüvenci…
Köpeği olan birinin en saf sevgi formunu tatmış olması; köpeklerin megaloman diktatör olup savaş çıkarmayacağı, katil olup insan öldürmeyeceği; sana sürgün, sefalet, ihanet, nankörlük, sıcak, soğuk demeden her hâlükârda eşlik edip, çıkarı değişince sırt dönmeyecek, emeğine karşı hep sana saygı göstererek seninle yürüyecektir.
Velhasıl ki;
Bir köpeğin dostluğu, bir dostun köpekliğinden çok çok değerli ve önemlidir.
Elbette konumuzun da köpeklerle ilgisi yoktur.

























