Evet, ne diyordum;
Mevsim dönümü tamamlandı, güz geldi. Yapraklar yerlerde… Sabah soğuğu, Cüneyt Arkın filmlerindeki kürek mahkûmlarına şaklatılan kırbaç gibi yüze vurmakta. Yine kış saati uygulamasına geçilmedi ve şafak operasyonu misali çocuklar okula, bizler iş yerlerine savrulduk.
Aslında pek hoşlanılmayan kış aylarının, insanlığın varlığı için gerekliliği muhakkak. Elbette psikolojimize melankolik ve depresif etkileri de mutlaka mevcut. Kestane sezonu açıldı; arada nostaljik olarak sobalı alanlarda hasret gidersem de şartlar değişiyor, kışlar değişiyor, insanlar değişiyor. Değişmeyen tek şey ise değişimin ta kendisi.
Elbette yaz ayları gibi rahat değiliz; kat kat, lahana gibi giyiniyor, mandalina, portakal, elma gibi kış nimetlerinden de faydalanıyoruz. İster istemez kedi gibi sıcak alanlara kaçıyor, soğuğa meydan okuyanlar ise burnunu çeke çeke geziyor…
Hâliyle aktiviteler kısıtlanınca ya uzun kış gecelerinde televizyonda birbirinin berbat kopyası mafya ya da aşiret dizileri izleniyor ya da benim yaptığım gibi kitaplara gömülmek kalıyor.
“Hem okudum hem de yazdım
Yalan dünya, senden bezdim.”
Bozlağı misali…
Yazmak için okumak ve yaşamak gerekir; şarkıda da dediği gibi:
“Bu şehir şehirlerin hayırsızıdır,
Toprağı suyu değişmeli.
İnsanı insanın uğursuzudur,
Sonuna kadar dövüşmeli.”
Böyle bir coğrafyada haysiyetini, onurunu korumak için az insan, çok kitap lazım bana.
Peki ya size?

























