1. Nötr Uyanmak
Hesapsız uyanmaları, alarmsız sabahları severim. Öylesi sabahlarda beynimde nasıl bir kimyasal salgılanıyorsa artık, nötr kalkarım yataktan… Ne mutlu ne mutsuz. Ne aç ne tok. Ne umutlu ne umutsuz. Sadece “var” olurum.
Yavaşça doğrulurum yataktan. Halıya bakarım. O ucuz, karmaşık ve saçma desenli halılar yok mu… İşte onlara bayılırım. O anlamsız geometriler, sabahın ilk saatlerinde zihnime bir yön duygusu kazandırır sanki. Bilinçaltım kaybolurken, ben kendimi bulurum.
Eskiden sadece bana özgü sanırdım bu sabah donakalmalarını. Meğer birçok insanda oluyormuş. Uyurken omuriliğe yayılan bazı sıvılar, uyanınca geç toparlanırmış. İnsan, bir süreliğine “dondurulmuş tilki” gibi kalakalırmış. Ben bunu yazanların yalancısıyım… Ama sabahın sessizliğinde o hissin sadeliğiyle barışığım.
—
2. Gökyüzü ve Şiir
Uyanır uyanmaz telefona sarılanlardan değilim. Gökyüzüne bakarım, çiçeklerime göz ucuyla selam veririm. Pencereden dışarı bakarken gökyüzü masmavi ise, Sabahattin Ali’nin Sinop Cezaevi’nde yazdığı o dizeler damlar zihnime:
“Görmek istersen denizi
Yukarıya çevir yüzü
Deniz gibi bir gökyüzü
Aldırma gönül, aldırma.”
Ve ardından bedenim, kendi kafein alarmını çalar. Hemen bir bardak su içer, kahve suyunu koyarım. Gün, kahveyle ve sigarayla başlar (evet, sigara sağlığa zararlıdır — kamu spotunu da unutmayalım).
—
3. Günlük Telaşın Ortasında Dünya
Ama yaşadığımız coğrafya ne yazık ki bir Avrupa ülkesi değil. Amerikan Merkez Bankası’nın faiz artırımı bile etkiliyor bizi. Elinde mızrak, götünde yaprakla gezenlere kadar her konjonktür, bir şekilde ilgi alanımıza giriyor. Savaş haberleri kaçınılmaz oluyor.
ABD bir kez daha savaşa dahil… İsrail, her zamanki gibi mahallenin kavgacı çocuğu misali, abisine sığınıyor. Hepsi birbirinin laciverdi. Olan yine sivillere, çocuklara, dağılan yuvalara oluyor.
Biri demir kubbesine güveniyor, diğeri balistik füzeleriyle övünüyor. Öteki, 26 saat havada kalan bombardıman uçağıyla gururlanıyor. Kahrolsun savaş tanrıları! Alevler içerisinde kalan coğrafyalar gözümün önüne geldikçe, nedense aklıma Prometheus düşüyor:
“Şerefsiz, bok vardı tanrılardan ateşi çalacak!”
—
4. Ateşle Çocukluk
Velhasıl, her yer bir ateş topu. Sıkıntı had safhada. Yazılarımda ateş, tıpkı G.O.R.A’da gezegeni kurtaran Arif’in “ateş şu, toprak bu, tahta şu” sahnesi gibi garip imgelerle gelir aklıma. Ama konumuz G.O.R.A değil; konumuz: Ateş.
Ateşi düşündükçe zihnim beni baba evine götürür. Annemin sacın kenarına topraktan yaptığı bent gelir gözümün önüne… İçine çalı çırpı doldurur, altına fıstık ve zeytin dallarını atardı. Çocukça ateşle oynadığımda, “Ateşle oynarsan altına işersin!” derdi kızarak. Döndürgeç (ya da İstanbul Türkçesiyle spatula) tehdidiyle kovalardı beni.
Fıstık toplama zamanı geldi mi, babam gece ay doğmadan ateş yakardı. O ilkel güven hissi, o sarı-kızıl alev… İçimi ısıtırdı. Fıstık odunu, sakız, çalı kokusu… Tüm çocukluğumu sarar.
—
5. Mitolojiden Devrime: Kıvılcımın Evrimi
Ateşi kontrol altına almak, insanoğlunun en eski mücadelesi. Yaban hayatından korkan ilkel insanlar… Volkanik patlamalarla doğanın sunduğu ateşi evcilleştirmek, onunla ısınmak, yemek pişirmek… Ardından şömineler, sobalar… Buharla çalışan kazanlar, makineler… Ateş ve suyun dansı.
Cengiz Han’ın, serçelere bağlayıp şehirleri ateşe verdiği taktikler… Çin mitolojisindeki cehennemvari lanet alevler… Hz. İbrahim’i ateşte yok etmek isteyen Nemrud… O ateşe su taşıyan karınca… Devrimlerin kıvılcımı, işçilerin öfkesi… Hepsi ateşin farklı halleri.
Ateşle pişti yemek. Ateşle doğdu akıl. Ateş çağ açtı, kapattı. Cebimize girdi, çakmak oldu. Arabaya bindi, benzin oldu. Sömürgeye sebep oldu, doğayı yaktı. Yeri geldi, aşkın hüznüyle içimizi kor etti. Kayıplarla yandık, köz olduk.
—
6. Sonuç: Dost mu, Düşman mı?
Şeytan ateşten yaratıldı. Kibirle Allah’a isyan etti. Cehennem oldu. İnsanlık için hem uyarı hem ceza…
Ateş… Hem dostumuz hem düşmanımız. İnsanın tarihiyle yol yürüyen bir güç. Kimi zaman başımızın belası, kimi zaman kurtarıcımız. Değişti, biçim aldı, evrildi. Ama hiçbir zaman hayatımızdan eksilmedi.
İnsan var oldukça, ateşle olan imtihanımız da sürecek. Belki bir son, belki yeni bir başlangıç olacak her seferinde.
—
Not:
“Bir kıvılcım yeter bazen… Ya aydınlatır, ya da yakar.”