Kemal Sunal repliği geldi aklıma çayımı yudumlarken:
“Şimdi ben buraya neden çıktım, niçin çıktım, nasıl çıktım, bunu izaha gerek yok. Gördünüz, yürüdüm çıktım. Ama çıkmamış da olabilirim. Çıkmışsam çıkmışımdır, çıkmamışsam çıkmamışımdır. Görünen köy uzakta değildir. Buraya çıktık da sonradan çıkmadık mı dedik? Bunlar bir takım uydurma laflardır. Sahi ya, ben buraya neden çıktım? Kim çıkardı beni buraya?”
Süper rüzgârlı bir akşamüstü. Karasal iklimin kavurucu sıcağı üzerine çıkan rüzgâr, fantastik bir hava katıyor — sıcak yemekle ağzını yakıp üzerine buzlu ayran içmek gibi bir atmosfer.
Sahi ya, ben buraya neden çıktım? Kim çıkardı beni buraya?
Yokladım depolama alanımı. Kütüphaneye gidemediğim için çakma şiirler yazmam… İlkokulda vekil öğretmen olarak gelen hocamın “Senden mükemmel araştırmacı yazar çıkar” demesi… Ortaokul edebiyat öğretmenimin “Bakış açın farklı, biraz tehlikeli” demesi… Üniversitede öğrenci arkadaşların dergi yayım denemelerine katkılarım…
Ama çok amatör, çok komedi şekildeydi.
Ama kim çıkardı yahu beni buraya?
Yani “Seni buraya kim çıkardı?” derseniz, kadim dostum, gazetemizin editörü Cevdet Laçinkaya. Kızan varsa onu bulabilir.
Cevdet’le edebiyata biraz meraklı tayfa olarak interaktif sözlüklerde ve o dönemin repliği “klan”larda bol bol entry kastık. Güzel insanlar tanıdık. O dönem daha egemen medya ve ikiyüzlü ilişkiler devam etmekteydi. Kamera arkası karakterlere şahit olduk da işin orası ayrı mesele, yeğen.
Mesele yazmak değil… Neyse, Ramiz Dayı’ya bağlamadan yazımıza geri dönelim.
Sözlüklerden aklıma gelen bir başlık oldu:
“Zevk Alınan Küçük Sapıklıklar.”
Her sözlükte vardır bu başlık. Herkes bir şey yazar altına: Yara soymak, sınıfta biri öksürünce herkesin ufak ufak sürü psikolojisine uyması gibi. Daha önce de yazmıştım intihar ile alakalı bir yazımda: İntihar eden kişiyle empati yapmaya çalışır, sosyal medya hesaplarına bakar, “Neden?” diye sorarım demiştim.
Bir diğeri ise:
Mezarlıkta dolaşmak ve mezar taşlarını okumak.
Orada neler var, neler… Mezarlıkta dolaşmak huzur verir bana. Çünkü insanlar canlı iken çok tehlikelidir aslında. Toprağın altında artık farklı bir nokta başlıyor. Özellikle eski mezarlıklarda, eski mezarlar arasında dolaşırım, taşlarını okurum.
Artık taşlar bile yaşlanmış. Gelen gideni kalmamış. Yosun tutmuş, yazıları silinmiş mezarlar…
Ve şu hep aklıma gelir:
“Seni tanıyan en son insan öldükten sonra, bu dünya üzerinde izinin, tozunun kalmaz.”
Yanmış ormanlar da bana hep mezarlıkları anımsatır.
Bornova’da üzücü bir yangın… Herkesin yüzünü o tarafa çevirdiği, ormanlık alana yakın noktada yapılan tadilat, ihmaller ve ihtimallerin sonucu kabusa dönen hayatlar… Çok üzücü.
Ve maalesef, orman yangınlarında cezalar hâlâ caydırıcı değil.
Söylenecek çok söz var ama olan her şey, insana değersiz hissettiriyor. Açtırıyor.
Bakmakla görmek arasındaki farka sürekli dikkat çekiyorum ya — işte bakıp da gördüğüm birçok alan var.
Ama hatalardan ders alma oranlarımız çok düşük.
Her yangın sonrası yine aynı başlıklar konuşuluyor:
Söndürme uçakları yetersiz, ekipman eksik, yangın teknolojisi geri…
Yine ağaçlandırma sözleri veriliyor ama gerisi muallakta kalıyor.
Kimileri “Çam çok yanıcı, zeytin ekelim” diyor. Diğeri “Meşe daha dayanıklı” diyor.
Yangından sonra piknik alanlarında mangal yasaklanıyor.
Hemen bir heyet gidip geziyor, basın açıklaması yapıyor.
Ertesi gün ise gündem değişiyor.
Oysa o ağaçlar, hayvanlar, börtü böcek, iskelet gibi kalan gövdeler…
Toplu katliam yapılmış gibi… Toplu mezarlar gibi…
Orada bir matem, bir yas oluşuyor.
Bu hazin tabloda ise içimizi bazı anlar ısıtır:
Kurtarılan hayvanlara su veren, onlara merhamet eden insanlar…
İnsanlık adına umudumuzu bir arpa tanesi kadar da olsa yeşerten o güzel insanlar…
Ve işte orada babamın sözü çınlar kulaklarımda:
“Ağacı, hayvanı sevmeyen, merhamet etmeyen insan; insan değildir. Şüphe etmelidir.”
Aslında…
Ortak mirasımız olan ormanlar, sular, çeşmeler…
Tıpkı kültürel miras gibi gelecek nesillere aktarılmalı. Sahip çıkılmalı.
Torunumuz bile orada koşup oynayabilmeli.
Dünyamızın akciğerleri solmamalı.
Dünyalara sığmayan, ölmeyecek gibi yaşayan bizler…
Yılda birkaç gün tatil yapıp maviye bakabilmek için yeşile kıymamalıyız.
Her canlının yaşam hakkını savunmalı,
Ve doğadan ilham alınacak çok nokta olduğunu unutmamalıyız.

























