Cehaletle gürültü kardeştir.
Ne kadar cehalet, o kadar ses.
Bugün okuduğum bir araştırmaya göre, kültür seviyesi yükseldikçe ses ve gürültüye karşı tahammül azalıyormuş.
Şaşırmadım.
Yani cehalet, gürültüyü seviyor; uzun lafın kısası.
Gecenin bir vakti, sessizlik ve sükûnetin çökmesi en sevdiğim zaman dilimlerinden biridir.
Tahammülüm sıfır… her türlü sese.
O zaman işte, nirvanaya varmışım demektir.
Aslında varmak istediğim yer, “Hiç’lik makamı.”
Bileniniz var mı bu makamı?
Bahsedeyim hemen:
Nasrettin Hoca’ya sormuşlar:
— “Kimsin?”
— “Hiç.” demiş Hoca, “Hiç kimseyim.”
Dudak büküp önemsemediklerini görünce, bu sefer Hoca sormuş:
— “Sen kimsin?”
— “Mutasarrıf.” demiş adam, kabara kabara.
— “Sonra ne olacaksın?”
— “Herhalde vali olurum.”
— “Daha sonra?”
— “Vezir.”
— “Daha daha sonra ne olacaksın?”
— “Bir ihtimal sadrazam olabilirim.”
— “Peki, ondan sonra?”
Adam boynunu bükmüş. Artık makam kalmamış:
— “Hiç.”
Nasrettin Hoca gülümseyip demiş ki:
— “Daha niye kabarıyorsun be adam? Ben şimdiden senin yıllar sonra gelebileceğin makamdayım: Hiçlik makamında.”
İşte bu yüzden biri bana “Sen kimsin?” dediğinde, içimden hep şu cevap geçer:
— “Hiç’im… ama henüz anlamazsın.”
Aslında çok şeyim ama hiçbir şeyim.
Bilinmesi gereken ilk kural kendini bilmektir; gerisi gelir zaten.
Japon kültürünü ve felsefesini bu yüzden seviyorum.
Kaizen, 5S, Hoshin Kanri… Hepsi kendi içlerine dönük disiplinler.
Onlarda sessizlik bir erdemdir.
Osman Gazi Köprüsü yapılırken hesaplama hatası yapan Japon mühendis, hatasından dolayı harakiri yapmıştı.
“Büyük bir hata insanların hayatına mal olabilir.” diyerek, utancından kendi canına kıymıştı.
Kendine bu kadar büyük bir ceza vermiş olması üzücü olsa da, gerçekten çok onurlu bir davranıştı.
Karşılaştırmalı düşünüyorum… Sonra düşünmek istemiyorum.
Ahşap harici hiçbir malzeme kullanmadan, birbirine geçmeli; sanat ve mühendislik harikası mobilyalar yapıyorlar.
Şaşimoto adı verilen, tamamen doğal ve mükemmel üretim sanatları var.
Biliyorsunuz, ada ülkesi; fazla yüzey alanları yok.
O yüzden sürdürülebilir ormancılık sistemleri de var: 14. yüzyıldan kalma ve hâlâ yaşayan bir yöntem: Daisugi.
Bu sistemde sık ve düzenli budama yöntemiyle ağaçlar yerinde kalırken, düz ve simetrik ahşap elde ediyorlar.
“Ağacın meyvesi ağaçtır” diyerek, ağaca zarar vermeden yüzlerce yıl faydalanıyorlar.
Doğaya hükmetmiyorlar; doğada yok oluyorlar.
İşte gerçek ustalık bu.
Yine düşünüyorum… Düşünmek istemiyorum.
Gece. Sessizlik. Sükûnet diyorum…
Gecenin kör vakti, son ses arabesk müzik kulağımı tırmalıyor.
Davar demiyorum, rencide etmemek lazım; koyunlar bu saatte kaçıncı uykuda kim bilir?
Diğer apartmanda yarasanın biri TV izliyor.
“Duyma özürlüdür.” diye düşünüyorum.
Özür dilemesi gerekenin duyma özrü olurmuş gibi.
Ormanlar yanıyor… Düşünmek istemiyorum.
Ama cinayetten fazla cezası olmalı diyorum.
Yapan kimseye; azmettiren kimseye,
— “Al bıçağı, kendi akciğerine sapla.”
— “Ya da gırtlağına plastik kelepçe bağla, nefes al.”
demeli.
Ama diyemiyorum.
Çünkü söylesem, boğazımda düğümleniyor.
Sıcak ve kısa gecelerde sessizlik, sükûnet diliyorum.
O da elimize geçmeyecek.
İnsan… Ne gürültü, ne sessizlik;
Kendi içinde kaybolan bir yankı.
—

























